Bol inişli çıkışlı, biraz sıkıntılı bir senenin ardından
Muhteşem Yüzyıl Kösem gerilimi bol, kanı ve şiddeti bol, sertlik dozu hayli
yüksek, son derece görkemli, çarpıcı ve cesur bir 30. bölümle 1. sezon finalini
yaptı. Güçlü ve otoriter bir padişah figürünün eksikliğinin yaşandığı bir
dönemde taht ve iktidarda hak talep eden bütün tarafların,
“sonuca giden her
yol mübahtır” mantığıyla kelimenin tam anlamıyla ölümüne bir mücadele
verdikleri, ellerinden gelenin en kötüsü ve vahşisini ardlarına koymadıkları
zalimlik dozu bol bir sezonun sonunda işlerin tamamen çığrından çıkıp önü
alınamayan bir felakete dönüşmesini ibret alarak, soğuk duşun altına girmişiz
gibi tüylerimiz diken diken olarak izledik.
Sen de böylece gittin demek oğul...Her şeyden önemlisi de söz konusu olan şey Osmanlı
İmparatorluğu olduğunda tarihinin nahoş yanlarını duymaya ve anlatmaya asla
yanaşmayan tutucu bir toplumun televizyonculuk geleneği içinde ilk defa, her
zaman ulaşılmaz bir şan, kudret ve otorite sembolü olarak sunulan padişahlardan
birinin kendi halkının elinde acımasızca katledilmesine, Türk ekranlarında bir
ilkin yaşanmasına tanıklık ettik. Üstelik yaşadığımız dönemin şartlarını ve
zorluklarını düşününce bunun elden gelen en cesur şekilde yansıtıldığını
gördük. Sadece bu duruş bile artıları kadar bazı eksileri de kaçınılmaz olarak
olan bu bölümü saygı duyulası bir konuma getiriyor. Tahminen Türk dizi
sektöründe bir dizi için yapılmış en sağlam ve başarılı sezon finallerinden
birisi, belki de en iyisiydi.
Gencecik bir delikanlıya reva mıdır bu yapılanlar, ey ahali? Tarihte yaşanan ayıp ve bölümdeki olaylar artık herkesin
malumu olduğu için uzun uzadıya anlatıp özetlemeye gerek yok. Onun yerine şunu
söylemek lazım ki ilerici ve yenilikçi bir padişah olmasına rağmen genç yaşının
ve pervasızlığının bedelini bir insanın içine düşebileceği en kötü durumlardan
birine düşerek feci bir şekilde canıyla ödeyen Genç Osman’ın adım adım nihai
akıbetine gidişini izlerken, dizinin senaryosunda yaşanan hızlandırma yüzünden
tahta çıkar çıkmaz bir anda tanıyıp sevdiğimiz karakter özelliklerinden çıkıp
iktidardan başı dönen itici bir karaktere dönüştüğü için bizim de bir süreliğine bir anda
gıcık olduğumuz Sultan Osman’ın içine düştüğü hallere ve yaşadığı acıya
üzülmemek mümkün olmadı. Tıpkı kardeşi Şehzade Mehmet'te olduğu gibi kendisine önce kızmıştık, şimdiyse üzüldük. Bu da dizinin bir başarısı olsa gerek.
Geri dönüşü olmayan yolculuğun başlangıcı
Tabii burada şahsım adına söylemeliyim ki üzülüp ibret
aldığım şey her şeyden önce bir insan oğlunun içine düştüğü bu acınası haller ve
karakterle bu noktadan kurduğum empati. Seyircilerin çoğunun da benzer şekilde
Sultan Osman karakteri üzerinden yaratılan karakter draması sayesinde bir
sultandan çok bir insan, hem de gencecik bir insan olan Osman’ın içler acısı
haline vah vahlandığına inanıyorum. Yoksa sezon boyunca taht için, saltanat
için, iktidar için birbirlerine yapmadığını bırakmamış, güç sarhoşluğundan
gözleri ve başları dönmüş, küçücük çocukları henüz doğmamış olanlarına varana
kadar gözünü kırpmadan öldürmekten ya da öldürmeye çalışmaktan çekinmemiş, sağ
kalanlarını da suçu günahı yokken delirtmiş bir saray dolusu katil ruhlu güç
delisi ego manyağın birbirini kırıp geçirmelerine, saltanatlarından olmalarına
üzülecek bir taraf yok. Ancak ibret alınır işte.
No comment!
Taner Ölmez şahane bir Genç Osman oldu. Nazarımda bunun
tartışılacak bir tarafı yok. Karakteri bize sevdirirken de, nefret ettirirken
de, ağlatırken de kendisine yazılan rol neyse hakkını sonuna kadar vererek
oynadı. 30. bölümün hemen hepsi birbirinden başarılı olan oyunculuk
performansları içinde ana karakter olduğu için asıl yıldızlaşan da haliyle
kendisi oldu. Şartlar mümkün kılmadığı için ekranda izleyemediğimiz malum
sahnenin dizinin Youtube kanalına yüklenen sansürsüz versiyonunda Osman’ın
yaşadığı acıyı da harika canlandırmış, performansını taçlandırmış. Keşke
ekranda da görebilseydik o bölümü.
Kolayca gaza gelmek, linç kültürü... Bu toprakların makus talihiymiş meğer. Mersiyende bunu da yaz üstat Nev'i.
Son derece nahoş bir olay olsa da kesilen kulakların havada
uçuştuğunu şu ya da bu şekilde televizyonda görebilmişken fazla kanırtmadan
çekilmiş bu sahneyi makaslamanın da pek gereği yokmuş hani. Ölü ya da diriyken
insanların kulaklarının kesilmesi bir erkeğin hayalarının sıkılarak işkence
edilmesinden daha rahatsız edici bir durum olarak görülmemiş demek ki. Olsun,
buna da şükür. Böyle detayları görmeden de yeteri kadar sert bir bölüm olmuştu zaten. Açıkçası dizi ekibinin Davut Paşa ve Dilruba Sultan’ın
ölümleriyle birlikte bu sahneleri çekip şu ya da bu şekilde sansürsüz bir
şekilde yayınlamış olması çok hoş bir sürpriz oldu, saygımızı kazandılar. Şiddet
sahnesi izlemeye meraklı olduğumuz için değil, olan neyse olması gerektiği gibi
çekip izlemek isteyen seyircilere ulaştırmaktan çekinmedikleri için. Kimbilir,
belki de diziyi yurt dışına satarken bu sahneleri bölüme eklenmiş halleriyle,
sansürsüz olarak satarlar. En azından oralardaki seyirciler eksiksiz izler.
Yazı devam ediyor..