Mutluluktan uçmak deyiminin gerçeğe dönüşmüş hali.
Eski zamanların bohçasının yerini alan sırt çantasını toplayıp Ömer’e kaçan ancak Ömer’den kaçmayan Defne yapmışlar, çok güzel olmuş. Tüm o “kaçma” ve “kaçırma” hengamesinin eğlenceliliğinin yanı sıra, gündelik hayatın basitliği içinde, ev halleriyle yaşadıklarının güzelliği, Defne gibi camdan sarkıp “Ben bu diziyi çok seviyoruuuumm!!” diye haykırma isteği uyandırıyor insanda.

Birlikte eğlenemeyen insanlar birlikte bir gelecek de kuramazlar. Çünkü aksi halde hayatları çok sıkıcı olur. Defne ve Ömer yeri geldiğinde birlikte sessiz kalabilmeyi, bu sessizlikle dertlere ortak olabilmeyi de başardılar ama onlara esas birlikte gülmek, eğlenmek yakışıyor. Ömer de bunun farkında ki kaçmak üzere olan Defne’ye “Ne güzel eğlendik.” diye itiraf ediyor. İlk seferinde Defne’nin tatlı halleri, sevimli sözleri karşısında, “Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez/Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor/Bütün kara parçalarında/Afrika dahil…”*** moduna geçerek yarım bıraktı(rdı)ğı sarma sarma işinde, ikinci denemesinde başarıya ulaşmaktan büyük zevk alıyor mesela. O ilk sardığı sarmayı adeta Şampiyonlar Ligi kupasıymışçasına gururla kaldırıyor. Onca badirelerden sonra karşılıklı kahkahalarla anın tadını çıkarmanın mutluluğu, Sude’nin aksine, iyi insan olmanın mükafatı aslında.

Aynı şekilde birlikte film izlemekten, sabah sabah sert gelen Defne’yi göğsünde yumuşatıp kalp ritmini düzenlemekten, ona üç öğün yemek hazırlamaktan da son derece memnun. Ama Defne’nin yersiz kıskandırma şakasından aynı keyfi almadığı kesin. Adamın resmen yüzü morardı yahu, ne gerek vardı? Beni en çok eğlendirense, Defne’nin, İso’yla şampiyonluk konuşması yapma rahatlığındaki gibi, beyninin ve dilinin zincirini kopartarak Ömer’e, gerçek bir ilişkinin samimiyeti ve doğallığıyla “Bir çarparım şimdi!” demesiydi. Defo işte… Ömer boşuna arıza sevgilim demiyor.


Anneler müjde! İdeal damat adayınız geldi. Hem de elinde çiçeği ve çikolatasıyla.

Tüm bu güzelliklerin yanında ayrık otu gibi duran tek şey o isteme günü Hulusi Bey’in gelmesiydi bence. Gelmesin demiyorum ama, geleceğini Defne’nin önceden biliyor olması bize ne kattı orasını çözemedim. Dede Neriman’ın emrivakisiyle, Defne’nin de haberi olmadan kapıya kadar gelseydi, Defne onu kovamaz, gene eve alırdı. Ama şu haliyle basbayağı Defne’nin kumpası gibi duruyor durum. Çünkü öncesinde de dedesiyle küskünlüğü konusunda Ömer’i epey bir sorguladı. Dilerim ki Defne’nin önceden biliyor olması, bir şekilde Ömer’in gözünde bir artıya dönüşür ilerleyen bölümde.

Yine de heyecan, soru işaretleri iyidir tabi. Mesela Ömer’in bu hiç beklenmedik durum karşısında vereceği tepkiyi aşırı merak ediyorum. Kendisine yapılan ağır bir komplo ama o ortamı terk etmesi de ağır olur bence. Ömer İplikçi dediğimiz şahsiyet, kız evine girmeden önce ceketinin önünü ilikleyecek kadar düşünceli ve kibar bir damat olduğu için, öyle bir ortamı terk ederek, hem ananeye saygısızlık yapmaz hem de önceden bilip bilmediğini bilmediği tatlı Defnesini zor bir pozisyonda bırakmaz diye ümit etmek istiyorum. Hem daha kendisinin tasarlayıp ürettiği ayakkabıyı Defne’nin ayağında görmenin mutluluğunu yaşayacak.

Hepimizin gidip görmek istediği yerler var ancak bu seyahatlerden keyif alabilmek için, yol arkadaşının kim olduğu da çok mühim. Devamlı şikayet eden, gezi programını beğenmeyen, yoruldum diye mızmızlık yapan bir yol arkadaşı tüm bu yolculuğun keyfini kaçırabilir. Ama Defne ve Ömer gibi doğru yol arkadaşıyla çıkılan yolculuğun tadına da doyum olmaz. Hazır yaz da geldi artık, gitmek istediğimiz yerler kadar çok sevdiklerimizle birlikte güzel bir tatile çıkmasak mı?

*Ümit Yaşar Oğuzcan, Bir nefes düş gibi
**Ataol Behramoğlu, Aşk iki kişiliktir
***Cemal Süreya, Üvercinka
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER