“Pelin’le olmak uçurumdan düşmekse varsın elimi tutan biri olmasın!” gerçekten iyi bir meydan okumaydı, Sinan için. ( Kendisini bölümün en iyi repliği seçtim.) Yine de Rüzgâr’dan bir biçimde etkileneceğini düşünüyorum, ben. Her borcun bir diyeti vardır. Hele karşınızdaki sürekli sizin ona borçlu olduğunuzu hâli, tavrı ve sözleriyle hissettiriyorsa gün gelir, ne denli ağır olursa olsun o “diyet”i öder ve yolunuza gidersiniz. Sinan da bir gün bu yol ayrımına gelecek diye düşünüyorum. Rüzgâr’la oynamayı kabul ettiği evlilik oyunu da borcunun diyeti olacak gibi.
Sinan “Pelin’e âşık oluyorum!” itirafını Rüzgâr’dan çok kendine yaptı diye düşünüyorum ama bu itiraf, onun bölüm boyunca saçmalamasına engel olmadı ne yazık ki!
Pelin’e “Senin sorunun bu, erteliyorsun. Gerçekleri duymak istemiyorsun!” diye çıkışan Sinan’a izninizle sormak istiyorum. Hayırdır, Sinan? Sen neyin kafasını yaşıyorsun? Pelin sana “Benim karmam köy yolunda araba çamura saplandığında düzeldi.” dedi mi? Dedi. “Ben seninle mutlu anılar biriktirmek istiyorum. “dedi mi? Dedi. Ceyda konusunda seni defalarca uyardı ve sen bildiğini okudun mu? Okudun. Pelin, senin attığın herhangi bir adıma karşılık vermemezlik etti mi? Hayır! Aksine sen bir adım attıysan o en az beş adımla sana geldi. ( bkz: geçen bölüm balıkçı köyünde yanına koşup gelmesi ve seni yalnız bırakmamak için çabalaması) Hepsinden öte sana “Rüzgâr seni seviyor, bu da benim canımı acıtıyor!” dedi mi? Dedi. Daha ne yapsın, ne desin bu kız? Neyi erteledi, hangi gerçekten kaçtı? Bi’ anlat bakayım hele… ( Bu arada o repliğin gerçekten de hikâyenin hangi adımına uyum sağladığını hâlâ anlamış değilim.)
Gözümden düşersen, üstüne fena basarım!
Şimdi, bütün bu olup bitenleri değerlendirince ben Pelin’in baştan beri doğru çizgide, sağa sola yalpalamadan ve kararlı yürüdüğünü görüyorum. Geçmişteki defektlerini düşününce Sinan’ın zaman zaman saçmalamalarının normal olduğunu da anlıyor ve hoş görüyle bakmaya çalışıyorum ama yine de işin rengi bu bölümden itibaren değişmeli diye düşünüyorum. Ceyda kâbusu biter bitmez hızla gelen Rüzgâr, Sinan’ın bir türlü dengeye oturmayan davranışları ve geçen bölümde Pelin’in “Öfkelenince volkan gibi oluyorsun ve en çok da bana öfkeleniyorsun!” tespiti birleşince henüz adı konmayan bu aşk, Pelin için fazlasıyla yıpratıcı olmaya başladı.
Bana kalırsa artık kendini geri çekme vaktidir. Sinan’ın Pelin’i kaybetme endişesi yaşaması ve hayatında Pelin’in eksikliğini yaşaması gerek diye düşünüyorum. “Sen paranoyaksın!” sözünü bu kadar kolayca sarf eden adamın “paranoyaklık” ne demekmiş bir görmesi gerek, bana kalırsa.
Söyle ona Sebastian! Ben uçurum kıyısına gidersem Rüzgâr değil Bora’yla dönerim!
Dört ayrı oyun ve bir türlü adı konamayan bir ilişki, bana bu bölümün sıkı düğümlerin atıldığı bir geçiş olduğunu düşündürdü. Umarım çok ertelenmeden çözülmeler başlar.
Pelin& Sinan aşkının çok erken başlamaması gerektiğini hep savundum. Duyguların olgunlaşması ve yaşananların affedilmesi gerekliydi ancak nerdeyse her bölümde 3-4 kez yaşadığımız yarım kalan öpüşmeler (ki öpüşmenin gerekliliğine de çok inanmıyorum. “Aman bi’ öpüşsünler” derdinde değilim), yarım kalan konuşmalar, Sinan’ın öfkelenip hatalı kararlar alması ve Pelin’in devamlı kırılan hayalleri, ne yazık ki bir kısır döngüye doğru gitmeye başladı.
Düğüm çözüldükçe hikâyenin bir adım ileri sıçraması gerekirken aynı yere bir düğüm daha atılması yerinde saymaya neden oluyor, ne yazık ki.
İzleyicilerin sabrı da Pelin’in hayalleri gibi “yerle bir olmaya” başladı. Yaz dizilerinin başladığı şu günlerde hele de çoğunun romantik – komedi tarzında olduğu dikkate alınırsa bu sabrın çok da sınanmaması gerektiğine inanıyorum. Başka örneklerde defalarca gördük çünkü,
izleyici bir defa gitti mi döndürmek çok zor hatta imkânsız oluyor.
Bütün bunları senaristler ve yapımcı benden çok daha iyi düşünmüşlerdir diye umuyor ve çok severek izlediğim dizide artık yeni bir açılım bekliyorum.
* Murat Menteş