Bölüm düğünle başlamazsa başımıza taş yağacak gibi hissettiğimiz
şu son günlerde, “Bu düğün kimin? sorusu aklımdan çıkmıyor. Tam "kesin Sinan’ın"
dediğim an, ufacık bir cümle fikrimi değiştiriyor. Fakat Koray’ın bile
güzelliğinden bu kadar etkileneceği gelin bence Defne’den başka biri olamaz^^
Yuvarlıyorum, gelsin.
Yeryüzündeki Ömer İplikçiler tek bir dertten muzdarip: Defnesizlik Sendromu. Tıp litaratüründe yeni
karşımıza çıkan bu hastalığın belirtileri, Derya’ya çemkirme, hiçbir şeyi
beğenmeme, aşırı doz huysuzluk olarak sıralanabilir. Tek tedavisi ise Defne’si.
Birlikteyken bu kadar “biz” olmayı başarabilen bir çift görebilir miyim?
Sanmıyorum. Bu bölüm, Tanrılara
yeryüzündeki bütün Defne ağaçlarını kurban etmek istedim. Bizim kız sonunda o
kıpır kıpır, enerjik, yeri geldiğinde yaramazlık yapan şımarık Defo oldu.
Gerçi fragmanlara bakınca “Ooo bu bölüm çok DefÖm var” diye seviniyoruz sonra bölüm MUŞ oluyor, o
durumu ne yapacağız inanın bilmiyorum. Çünkü aşırı doz klişeden bayılmak
üzereyim. Madem zırt diye telefon çalacak, dan diye biri içeri girecek, yazmayın
öyle sahne. Hani bir olur, iki olur onu da anlarım ama bütün bölüm boyunca
seyircinin sabrını sınamak niye?
Defne ve şebeklikleri kalp ben <3
Türk Dizi Tarihi'nde Defne kadar bahtsız olan başka biri var
mıdır? Ailenin bütün yüklerini sırtlanıp altında ezilmek zorunda mı yahu? Evi
Ömer’den gizlemesine, çoğunluğun aksine “Yine mi yalan?” tepkisini vermiyorum.
Bence doğru yolda. Sadece üslup ve davranışları hatalı, ama o biricik
ilişkisini korumak için dikkatli davranıyor. Aslında Ömer’de haklı hatta
Ömer’in üslubu da doğru. (Ay bu adam yine hatasız) Ayrıca ben Ömerler’in zeki,
çevik, yakışıklı, düşünceli, centilmen, böyle güzel seven, düşünceli, sportif
(…) olanını severim. Nihan’ın bir maden olduğunu anlayan Ömüş’ümüz ne de güzel
yürüdü o yoldan. Bu arada Nihan ve Koray’ın birbirlerine ne kadar benzedikleri
kafama dank etti. “Midasın kulakları, eşek kulakları”, Koriş’imizinde kuyulara
haykırdığı bir replikti. Ayrıca ikisinin de “birazcık” obur olduklarını
unutmayalım.
Ben 11 hafta boyunca bu FikFik’e boşuna mı sektirme köşesi
açtım? Son dakika golünü atarak jübilesini yaptı. Defne’yi bildiği adama
yürüyen Galoş’tan bekliyor muydum böyle bir “kazık? Tabii ki evet! Çünkü ben
birini sevmediysem, o insan bir kazık atmadan gitmez. Madem o kadar üzüldün, mahalledeyken
söyleyeydin ya, hıh! Fakat şunu da söylemek durumundayım: Fikret yapmasaydı,
artık ben yazacaktım Ömer’e. Tabii ki gereksiz romantiklik içeren bir mektupla değil,
Ömüş’üm sürekli check ettiği mail adresine gönderirdim ben, orası ayrı.
Peki ya sen Kiralıkçı çok mu şaşırdın, kucağında iki bombe
ile böyle dımdızlak kalmaya? Ben hiç şaşırmadım. Çünkü bu fandomun kaderinde
gönül rahatlığı ile mutlu olmak yok, yazılmamış. Arabesk yine ruhumuza işlemiş!
Herkes eli böğründe, “iki bölüm kötü bir olay olmadı heh şimdi kesin patlar,
Ayy geliyor ters köşe” matematiğini hesaplıyor. Hepimiz gerçeklikle olan
bağımızı kontrol etmeliyiz bence. Canım canım Kiralıkçı yoldaşlarım, inanır
mısınız 45. haftanın sonunda bir kez daha kafama ne dank etti? Biz ilk bölümden
itibaren biliyoruz ki, Defne’nin mucizesini anlatan masalı izliyoruz. Peki can
alıcı soru geliyor, kötü sonla biten masal hatırlayanınız var mı? İşte tam da
bu soruyu düşünüp, “Nasıl olsa mutlu bitecek” diyerek önce yüreklerinize bir
güzel su serpiyorum. İzlerken “o an” etkisi ile bazen öfkeleniyoruz, sonunu
bile bile üzülüyoruz.
Bunların hepsi Kiralık Aşk’ı nasıl içimize aldığımızın
birer kanıtı. Fakat takdir edersiniz ki dizinin ilerlemesi için konulara
ihtiyacımız var. Bakınız 400. Bölümde ölüme kafa atan bir Hüsnü Komiser’e şahit
oluyor bu izleyici. Yani demem o ki, o mektup iyi ki yazıldı. Keşke okunsa, okunsa
da rahat etsek, yüklerimizden kurtulsak. Yazın şezlongumda güneşlenirken “Acaba
Ömüş oyunu öğrenince ne yapacak, o bölüm hangi şarkıyı duyarız?” gibi şeyleri düşünmek
istemiyorum. (Yazar, burada ikinci sezonun olacağına kesin gözüyle bakıyor)
Yazı devam ediyor...