Çok bilindik bir masaldır iki
inatçı keçinin hikayesi. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, köprülerin
paralı olmadığı bir devirde bir köprünün üstünde karşılaşan iki keçi “Köprüden
önce ben geçeceğim!” diye inatlaşırlar. Kafa kafaya köprünün üstünde ısrarla
toslaşırlarken birden dengelerini kaybedip nehre düşerek boğulurlar. Çocukların
buradan çıkarması istenen ana fikir; inatçılığın sonunun iyi olmadığıdır. Ancak
benim gibi çoğu masaldan hazzetmeyen kimi çocuklar bu ana fikri özümsemeyip
hayat boyu inatçılıklarına devam ederler. Kemal ile Emir de bendenmiş, ben bu
bölüm bunu anladım.
O nasıl bir inanç ve inattır
kardeşim? Emir’in inadını biliyorduk da bilhassa bu sefer gençlik hatasını
tekrarlamayarak pes etmeyen Kemal resmen paraladı kendini. “Pes etmek yok!” Tamam,
Emir’e silah çekmesini doğru bulmuyorum ama o mükemmeliyet abidesi Kemal’in şirazesinin
bu kadar kayması, asla yapmayacağı şeyleri yaparak ısrarla, inatla Nihan’ın
peşini bırakmaması çok hoşuma gitti. “Ne
inat, ne gözü kara, ne dayanıklı yürek…/Acıyor aynı yerden, her şeye rağmen”*
Hiç değilse içlerinden biri bizim bildiğimiz karakter olarak yoluna devam
ediyor. Kemal’in Nihan’la birlikte olabilmek adına Ozan’ın katil olmadığını
ispatlamak için gösterdiği çabayı takdir etmiştim ama Nihan’ın bunca
itelemesine karşılık hala daha ona inanmaması ve gerçeği ortaya çıkarmak için
didinmesi, en başında fazla uzak ve sert bulduğum Kemal’i bana biraz daha
yaklaştırıyor.
Oov ooov çekilin yoldan vahşi
batıdan geliyorlar, Amerikanlar eskidi bunlar Törkiş kovboylar! Türk
motifli(?!), içinde bizim göremediğimiz laleler, Osmanlı tuğrası filan
barındıran(!), Rus ruletinin hakkını verdiler Allah için, güzel bir düello oldu.
Gözleri epey kararmıştı ve ikisinin de geri adım atmaya niyeti yoktu. Ekranda
silah, şiddet vs görmekten hoşnut olmasam da silahı çekip çekip son dakikada
“Sen buna bile değmezsin be!” diye geri dönme klişesi yaşanmadı hiç değilse.
Yalnız Emir bir “şeytana” göre ölümden fazla korkuyordu, fark ettiniz mi? Namlunun
kendisine doğrultulduğu sırada resmen göz bebeklerine yerleşmiş bir korku vardı.
Kemal ise ölümün gözlerinin içine dimdik baktı cesaretle.
Kaşlarımın arasına domdom kurşunu değmese bari...
Kemal’in ölümden çok öldürmekten
korkması ve tetiği çekene kadar ellerinin titremesi hoşuma gitti. Alışık değil tabi,
ki alışmasın da zaten. Yakışmıyor hiç eline, o yüzden silahı Emir’de unutması
iyi oldu. Başına illa ki bir işi açılacak o cepheden ama ben Kemal’in elinde
böyle silahlar filan görmek istemiyorum. O, kendi zekasıyla “şeytana pabucunu
ters giydirirken” güzel.
Zaten Nihan’ın sözleri kurşundan
daha öldürücü darbeydi Kemal için. Nihan, Kemal’i zarar görmeden o evden
çıkartabilmek için söylediği sözlerle bıçağı sapladı, yetmedi bir de kanırttı. “Dil yarası, dil yarası en acı yara imiş.”
diye boşuna dememiş Orhan Baba. Söylediklerinin doğru olmadığını bildiğimiz
için kızmıyorum tabi ki Nihan’a. Keşke Kemal’e dönüşünün esas nedeni olarak
Ozan’ı gösterseydi diye içimden geçirsem de Emir’e dönüşü, öne sürdüğü
bahaneler ve inandırıcılığı konusunda onu sorgulamayı ve yargılamayı bıraktım.
Sonuçta bir tercih yaptı ve o yolda ilerliyor inatla. Hikayemizin üçüncü inatçı
keçisi de olabilir kendisi. Ben de artık “Ama neden böyle yapıyor?” diye vırvır
etmeyeceğim. Çünkü bu biraz da muhallebi yerken “Ama neden hamburger tadı
alamıyorum?” diye boş yere ısrar etmeye benziyor. Muhallebi var işte burada,
için bayılırsa kalk bir hamburgerciye git!(Yazar burada kendine atarlanıyor)
Ben oradan bir su muhallebisi daha alabilir miyim?