Ve nihayet Sevda
Kuşun Kanadında..
Geç de olsa ilk bölüm yorumuyla huzurlarınızdayız
efendim.
Diziye dair ümit ve beklentilerimi ve dahi
kaygılarımı geçtiğimiz günlerde bir yazıda dile getirmiştim. Merak edenler için
linkini yazının altına ekleyeceğim. Orada, özetle iki konuda kaygı duyduğumu
söyledim. Biri yıllarca sol kalemlerin anlattığı, canavara benzeyen ülkücü
karakterlere, bir diğeri de dizinin fragmanlarının sönük olmasına dair idi. Ülkücülerin
yine benzer bir anlatım tarzını hak etmediğini düşünüyordum, bunu anlattım. Fragmanlara
gelince.. Tanıtımlar döndüğünde ekranlarda ufak bir
Yedi Güzel Adam havası esti demiştim. Yanılmamışım. “Yeni şeyler
söylemek lazım” diye de ekledim. Ben dedim demeyi hiç sevmiyorum ama ben dedim
yahu. Vallahi dedim.
Gülümseyin, bulutlar gitsin :/
Önce bir hayırlı olsun diyelim..
Sonra niye böyle oldu onu konuşalım.
Niye böyle oldu derken mâlûmunuz reyting
sonuçlarından bahsediyorum. Tabii benim için bunun pek bir hükmü yok. Gönlümü
verdiğim hikâye listede bininci bile olmuş olsa bana fark etmez. Ama ölçü ben
olmadığım için reyting sonuçlarını önemsiyoruz haliyle.
Biz kısık sesleriz, minareleri sen ezansız bırakma Allah'ım!
Girişteki Türkçe ezan sahnesini oldukça etkileyici
bulduğumu belirtmek isterim önce. O dönemi resmetmek için bundan daha vurucu
bir sahne kullanılamazdı. Komutan’ın babasını vurduğu o sahne de Arif’in hukuk
fakültesini seçme sebebi olarak karşımızdaydı. Kısasa kısas istiyordu Arif,
esas oğlumuz Arif.. Bu hikâyenin şöyle bir güzelliği var. Teşbihte hata
saymayın lütfen ama hikâyecisi, yapanı seyirciye bir servis içinde birkaç yemek
sunmuş gibi. Pilavı, salatası, eti, mezesi.. Sen o tabağı bütünüyle de
beğenebilirsin. Birini seçip diğerlerini beğenmeme hakkına da sahipsin. İmam
hatipli bir genç bu diziyi Arif için seyredebilir mesela, ülkücü bir genç Ömer
için. Yeşil parkalı güzel Tümay için seyredenler de olacaktır muhakkak. Dil
mühim. Diyeceğim o ki “bu İslamcı dizisi, yok efendim bilmem ne hikâyesi” diye
yaftayı basıp köşeye çekilmeyi saçma buluyorum. Herkesin, içinde kendine ve ait
olduğu topluluğa dair bir şeyler bulacağını düşündüğüm bir hikâye bu.
Seyircinin ilgisini çeken ve hayli merak ettiği bir
dönem anlatılıyor Sevda Kuşun
Kanadında’da. Bunca meraka rağmen ilk bölümün düşük seyredilme oranını öncelikle
başarısız pr çalışmasına bağlıyorum. Çok özür dilerim ama bunu söylemek
zorundayım. Elinizde sosyal medya gibi devasa bir derya var ve siz bunu verimli
kullanamıyorsanız çalıştığınız ajansı bir parça darlamanızı tavsiye ederim. İlk
bölüm yayınlanırken on binlerce tweet atmak yetmiyor efendim. Dizi başlamadan önce
sorduğum on kişiden 6’sı diziyi henüz duymamıştı mesela. Bu noktada sağlam bir
özeleştiri yapmak gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca tanıtımları seyrettiğimde
bende uyanan “Yedi Güzel Adam” algısı
seyircide de uyandı demek ki. İsmi geçen projeyi bir dönem severek seyrettiğimi
belirttim fakat daha evvel denenmiş ve çok parlak neticeler elde etmemiş bir
işin kokusunu siz yeni hikâyenize bulaştırırsanız aynı makûs talihi yaşamanız
kaçınılmaz olur. Bu çok basit bir denklem. Seyreden herkesin ağzında aynı
cümle: Aynı Yedi Güzel Adam bu!
Niye ki? Buna ne gerek var? Aynı dile, aynı
pencereden bakmaya, aynı yolu tekrar yürümeye ne gerek var? Bir şey bitmişse o
şey bitmeli. Çok isteniyorsa da devamı çekilsin. Onun kanatlarını alıp bu
hikâyeye niye takıyorsunuz? Bırakın bu da kendi kanatlarıyla uçsun, kendi
çizsin yolunu.
Senaryo ekibinin diziden ayrıldığı yazarların bizzat
kendileri tarafından açıklandı. Yapım şirketi henüz bir açıklama yapmış olmasa
da yeni bir yazar ekibinin çoktan çalışmaya başladığını düşünüyorum. Neticede
devam eden bir iş var ortada. Umudum odur ki söyleyecek güzel sözleri olsun o
yeni ekibin. Anlatacak güzel hikâyeleri, “yeni” ve güçlü dilleri.. Aynı şey
yönetmen için de geçerli tabii. İlk bölümün yönetmeni Yasin Uslu da diziden
ayrıldığını yine Twitter hesabında kendi duyurdu. Hem senaryo ekibine hem de
yönetmen Yasin Uslu’ya yeni işlerinde başarılar dileriz. Yeni ekibe de
kolaylıklar.. Zira ağır bir yükün altına girdiler.
Toparlanması zor bir hikâye
var ortada ya da durun şöyle söyleyeyim: ortada bir hikâye yok. Yani aslında
oldurulmaya çalışılmış ama bir türlü olamamış bir şey var. İlk bölüm değil de
artık hikâyenin tıkandığı bir otuzuncu bölüm gibiydi benim gördüğüm. Hikâyeyi
anlatmaya başlamışlar da ben başını kaçırmışım, ortasından girmişim gibi. İşin
iyi yanı bunlar düzelmeyecek şeyler değil. Evet biraz zor ama imkânsız değil.
Güçlü bir yazar grubu, sağlam bir reji ve çalışkan bir sosyal medya ekibiyle
ile yeniden “bismillah” deyip yola çıkılmalı. Bu arada önceki ekibin dizi
başlamadan evvel ayrılmasını da isabetli bulduğumu söylemek isterim. Çünkü dizi
yayına girdikten sonra sıkça ekip değiştirmek kimsenin hayrına olacak bir eylem
değil.

s
en komutan Zafer'sin, parmağını sallamadan da sinirlenebilirsin
Oyuncular ve karakterler konusunda da söyleyecek bir
çift sözüm var müsaade buyurursanız. Esas kızımız Tümay olmuş, varım. Esas
oğlumuz Arif Ünlü’yle de kimyaları tutmuş göründü bana. Bence olmuşlar. Dikkatimi çekti, hikâyenin bütün sosyalist ve sosyete kadınları yaralı.
Nesteren, Zafer Komutan’ın sevgilisi fakat karısı olamadığı için sitemkâr. Esma,
karısı fakat o da tercih edilmediği için sitemkâr. Tümay otorite mağduru. Işık
kanımca hem yetim hem öksüz, zira “teyzemden başka kimsem yok” dedi. Burjuvazi
kadınları hep mutsuz anlayacağınız.
Diğer tarafın kadınları şimdilik pek
oturmadı bende. O kısım biraz havada kalmış. Arif’in işgüzar halası ve mahcup,
pembe yanaklı mahalle kızları dışında bir şey yok gördüğüm. Hikâyenin o ayağına
derinlikli bir kadın karakter lâzım. Mesela getirin efendim o solcu Tarık’ı
buraya. Ömer’le didişirken mahallenin en güzel kızına âşık edin. Hatta o kız
Ömer’in de sevdiği kız olsun falan. Alın size tadından yenmeyecek bir imkânsız
aşk hikâyesi. Aşk kısmı Ömer’in, imkânsızlık Tarık’ın payına düşsün.
Ömer
demişken. Gelelim esas meseleye. Ama durun gelmeyelim. Ömer’i sona saklayalım;
Zafer Komutan’dan, dolayısıyla Yavuz Bingöl’den bahsedelim. Zafer Erbay için
Yavuz Bingöl tercihinizi sorgulamayacağım, üzerine de konuşmayacağım zira
olanla ölene çâre bulunmazmış. Ama orada daha ilk bölümden can çekişen bir
Zafer Komutan var, gözünüzü seveyim ona bir ilk yardım falan.. Bir müdahale,
bir şey.. Ne bileyim vardır sizde bir çâre. Hiçbir şey olmuyorsa işaret
parmağını sallayarak konuşmasın mesela.
Hemen bir ayrıntı daha.. Kasımpaşalı karakteriyle
gönderilen selâmı fevkalade şık buldum. Bundan gocunanlar diziyi
seyretmeyebilir. Seyretmeyen de bir zahmet laf etmeyebilir. Niye bu memlekette
ilk kez bir devlet adamına selam gönderilmiş gibi davrandığınızı sorabilir
miyim? Sizin mensubu olduğunuz görüşten insanlar da kendi liderine, önderine,
sevdiğine saydığına selamlar, şarkılar türküler göndermedi mi? Bu sektörü tekeline
alıp bir kesimi onlarca yıl yok saymadı mı ve parmağında oynatmadı mı? O
sebeple.. Hadi kenardan yürüyünüz siz.
Gelelim Ömer Reis’e. Ufuk Bayraktar, Kader’in bir oyunu mu desem ta Ezel’den canımız, ciğerimizdir. İçinde
olduğu her hikâyeyi hatırına seyretmişliğimiz vardır. “Türkiye’de jön yoktur”un
bendeki cevabıdır. Ömer Reis rolü Ufuk Bayraktar için biçilmiş kaftan gibi.
Amma.. “İyi ve doğru yazılmış” bir Ömer Reis.. Ufuk Bayraktar muazzam oyunlar
çıkaran bir adam. Buna şahidiz. Ama ilk bölümde bize verilen sığ ve muhtaç Ömer
Reis’le bu iş olmaz. O hikâyeden bir efsane çıkabilir, o da ancak Ömer Reis
olabilir. Her oyuncunun yeteneğine saygım sonsuz ama Ufuk Bayraktar’ın gönlüyle
oynayıp efsaneleştirmeyeceği bir karakter bilmiyorum.
Lütfen elinizi korkak
alıştırmayın sevgili senarist. Biz Polat varken Memati’yi, Kerim varken
Hüseyin’i sevdik. Ezel’den bana kalan
iyi kalpli Ezel ya da Ömer değil psikopat Temmuz’dur mesela. Aman bunu
köpürtürsem öbürünün tadı kaçar diye hiç düşünmeyin. Çünkü bu hikâyede
köpürtülmeye en elverişli karakter Ömer. O bir türkü söylese mesela, biz burada
bin yıl onu konuşsak. Ne demiştim? Yazanı, yapanı bize renkli ve bol çeşitli
bir hikâye sunmuş. İsteyen Arif’e fan olabilir, isteyen solcu Tarık’a.. Nasılsa hikâyenin Zafer Erbay gibi koca bir ülkeye yetecek kötü adamı var. Ben
Ömer Reis’i seçtim. İmkân bulursa efsane sahnelerle diziyi bulunduğu yerden çok
yukarılara çekeceğine inancım sonsuz. Buna kâni olan beri gelsin.
Diriliş
yorumlarını takip edenler hatırlayacaktır, her hafta bir şarkı/türkü/şiir seçip
bırakıyordum buraya. Buna yine devam etmek isterim. İzninizle Bir Dalda İki Kiraz türküsüyle başlayalım bu yeni yolculuğa..
Eylem Aktaş’ın muazzam yorumunun altını çizmek isterim. Keyifli dinlemeler..
Ve geldik ilk bölüm yorumunun sonuna. Sevda Kuşun Kanadında ümit bağlayan
herkesin gönlüne şifâ olsun dilerim. Beni bu hikâyeye yazınız.
Emek veren herkesin eline sağlık..
Haftaya görüşmek dileğiyle..