Sık sık başıma geliyor bu. Coşku, mutluluk ya da tam tersi
duygular çok yoğun olunca sanki yazı hep eksik kalacak gibi geliyor.
Başlayamıyorum, direk dalayım bari. 44. bölüm seni aldım öptüm, baş üstüne
koydum. Neden mi? Yuvarlıyorum, gelsin.
Kiralıkçılar, en sevdiğimiz köşe neydi? Gallo’ya sektirme! Hadi,
umarım son kez açıyorum köşeyi, buyursunlar! Gallo iyilik meleği gibi girmeye
çalıştı hayatımıza, ama maalesef verdiği tek şey dert, sıkıntı bir de Simurg
nefreti olarak kaldı. Daha önce 9325832 kez dedik, bu hikaye de Ömer ve Defne’nin
arasına girmeye çalışan herkes kötüdür, saf kötü. Ve sizin de bildiğiniz üzere
bizim mahalle “iyilerin”. Ne yazık ki Gallo’ya da bu kadar iyi, kusursuz ve
güzel olduğu halde seyirci tarafından nefret edilen kadın rolü nasip oldu. Nefretimi
bundan önceki 3242 yazıda derinden işlediğim için direktoman konuya dalıyorum.
Bakın, bu güne kadar hep kartları açık oynadım o nedenle
yazacağım. Aşk-ı Memnu ile büyümüş şanslı bir neslin üyesi olduğum için at
çiftliği beni hep korkutur. Hani Ömüş bir kömüşlük yapmaz ama, “şeytan
doldurur, Gallo uydurur” falan diye korkmadım değil. Fakat Ömer İplikçi, ben
seni yorumlamayı hak etmiyormuşum. Senin bile liseli ergenlere çevrildiğin,
kuruduğun bir dünya da ben senin aşkından nasıl şüphe etmişim de Allah’ın
gücüne gitmemişim? Affet beni bir akşam üstü. Ama sonra “Aşk da söz olmaz”
dediniz, içime yine bir kurt düştü. E çünkü, yılanla aynı çuvala girilmezdi.
Sonra yemek masasında tabağındaki nimetleri yemeyip, seni gözleri ile yiyen
Fikret’i görünce ben de pek haksız sayılmazdım.
Yetişkin bir Fikret Ömer’i rezil de edebilir, vezir de. Geldiği ilk
bölümü hatırlayın, Ömer’in “aşk dolu” bakışları nedeni ile kendisine etmediğimiz
laf kalmamıştı. Bu bölüm de ise Ömer İplikçi’yi uzay boşluğuna yolculadım ben
kendi içimde. Kızmayın, gönderdim valla. Bu dünya “sevmeyi bu kadar güzel
becerebilen” bir adam için fazla kötü. Onu mutlu olacağı diyarlara, stratosfere
çıkardığı çıtasının yanına gönderdim.

"Sevda Çiçeği"
Defne mi? İddia
meselesinin altından bir bozukluk çıkacak diye, bütün bir hafta elimde
mendilimle halay başı olmayı bekledim ben, görün çilemi! Defne çok riskli bir
işe kalkıştı. Ömer’in öğrenme olasılığını geçtim, Gallo’nın kazanma ihtimalini
zaten çoktan sildim, kızım bu işkence kendine yapılır mı? Defne be! Kızıl
Panterim benim! Yudum yudum akıyordun, şarıl şarıl çağlamaya başladın. Güçlü
Defne izlemek, en çok keyif aldığım şey. Sevgisini korkusuzca gösteren, yeri
geldiğinde Ömer’i bile kandırıp olayları yatıştıran canım Defne. “ Hadi beni
sevelim” minnoşluğu ile zirvede bırakırsın sandım ama durmadın sen de çıtayı
uçurdun. Dizimizin genç dedesi İso ne güzel dedi sana. “Aşk için cesur olmak
lazım, sen etraftakileri ayıklayamazsın. O gelir seni seçer.” İnanır mısınız
Nero bile hak verdi. Çünkü neden vermesin? Çok sevdiğiniz ama gerçekten çok
sevdiğiniz birinin sizin hakkındaki düşüncelerini duymak ister misiniz? Evet,
diye safoz gibi atlamayalım hemen. Bu çok büyük bir risk, en ufak bir şüphe
içinize “böcekler doluşuyor” hissi verir. O nedenle çoğumuz Defne kadar cesur
olamazdık, belki. Ömer’in ağzından o cümleleri (en favoriniz o benim içim,
biliyorum^^) duyduğu an, Defne’nin ağlaması narin yüreğime öküz gibi oturdu. O
an o kadar güzel, o kadar gerçekti, “NOLUUUR HİÇ AYRILMAYIN” diye haykırdım. Bu
bölümdeki güzelliğin, sevgine sahip çıkışın, etini koparsam bile daha az
acıyacağını bildiğin halde Ömer’i kurtlar sofrasına bıraktığın için, aşkına
güvenin için, gerçek sevgi karşısındaki rahatlama ve mutluluk gözyaşların için
ve son olarak sevilmeyi bu kadar güzel hak ettiğin için seni de Ömer’inin yanına
uzay boşluğuna gönderiyorum, hadi birbirinizin nefesini kesin orada.
Yazı devam ediyor..