Bir konuya ortasından, sonundan veya herhangi bir yerinden
lak diye dalmak ne kadar doğru bilemesem de, izninizle bu hafta geçtiğimiz
birkaç hafta boyunca kendisini hissettirmiş ama bu sefer bana “İşte budur!”
dedirtmiş güzel sevmelerin daimi birincisi Ömer’im İplikçi’m ile başlamak
istiyorum yorumuma.
Ömer, Defne’yi sevme konusunda bana hep çok güvensiz
hissettiriyordu. O güzel güzel bakan adamın içinden aniden çıkıveren umursamaz
ve bir o kadar da tutuk Ömer, deyim yerindeyse çıldırmama sebep oluyordu siz de
az çok biliyorsunuz. Ama ben Ömer’i hep çok sevdim. Gıcık olurken bile sevdim.
14. bölümde Defne’ye “Biz hiç
ayrılmayacağız, sen yorma o güzel aklını bunlarla. Bırakmam seni merak etme.” dedikten
sonra Defne’nin gereksiz ama zaruri terk edişinin ardından basit bir “Neden?”
bile demeden Defne’yi bırakırken, Defne hastalıktan adeta geberiyorken şefkatini utanmadan esirgerken, acımasızca Defne’nin suratına suratına “Güvenmiyorum!”
derken ve arkasına bile bakmadan çekip giderken, yarasının da merheminin de
Defne olduğunu köpek gibi bilirken yine de hemen telefona sarılıp İz’i
çağırırken, yaşanabilecek ve yapılabilecek o kadar güzel şey varken buzdan
şatosunun kapıları ardında tutuk ve bir o kadar da donuk kalmayı tercih ederken,
Defne’den başka bir kadına kirpiklerinin altından bakarken, Sinan’ın yazlık
evinde Defne’yi durdurmaz ve neler olduğunu sorgulamazken, sevdiği hanıma bir
türlü “Seni seviyorum” diyemezken…
Bir “Fikret, ben Defne’yi seviyorum. Hem de çok… Aramızda
çok başka bir şey var. Bana hayatta başka bir şey düşündürmeyen, aklımı
başımdan alan, bana derin derin nefes aldıran bir şey… Defne artık benim..
İçim. Şu an burada olmaması bile huzursuz ediyor beni. Ben çok özlüyorum onu,
her an…” deyişi, Ömer listemdeki bütün bu çarpıları tike çevirmeye yetti ama. Her
ne kadar muhattabına itiraf edilmiş olmasa da, duyduğum en güzel aşk
itiraflarından biriydi. Bütün “seni seviyorum”lara bedel gibiydi.
New York'un yolları dar, daaaar bana bakma benim yarim var!
Dışarıdan bakan biri olarak Ömer’i sevmek çok kolay ama
bununla yaşamaya alışmak çok zor. Her ne kadar hayallerin beyaz atv’li prensi
olsa da, masallardaki prensler kadar kusursuz değil yukarıda da görüldüğü
üzere. İnsanın kusurunun olması ayıp bir şey değil elbette, eksikleri yüze
vurmak için yazmadım tüm bunları. Fark ettim ki bütün bunlarla yine de her şeye
rağmen sevmeye devam edebiliyor olmakmış önemli olan. Dedim ya Ömer’in Defne’ye
olan aşkı beni hep güvensiz hissettiriyordu diye, İso bir zamanlar “İnsan
güvenmeden de sevebilir ama biraz temkinli sever” derken ne kadar haklıymış onu
tescillemiş oldum kendi içimde. İyi ki Defne bana uymamış da Ömer’in sevgisine,
şaşırtıcı da olsa kendine güvenmiş. Yoksa Fikret’in kadro atamasının gelmesi an
meselesiydi, hissedebiliyordum.
Sayın Fikret Gallo, aramıza dahil olmaya çalıştığınız bütün bu süre zarfı boyunca sizi bir saniye için bile sevmemiş olmaktan hiç pişman etmediniz beni, teşekkür ederim. Gavur memleketlerde başkalarının sevgililerine, nişanlılarına veya eşlerine göz dikmiş olmak içine “aşk” karıştırılınca masumlaşıyormuş gibi gösterilmeye çalışılsa da bizim memlekette çok şükür ki işler öyle yürümüyor. Aşkın bulunması zor, kaybetmesi kolay bir duygu oluşu ne yazık ki damdan düşer gibi seviverdiğimiz beylerin nişanlılarının karşısına geçip “Ömer’i ben hak ediyorum, ben ona yalan söylemiyorum. Sen yalancısın!” deme hakkını bize vermiyor. İşte bütün bu çirkef yüzünü ben ta en başından görmüş olacağım ki (nereden gördüm onu da bilmiyorum, içime doğdu zahir) bütün o iyimser maskelerinin hiçbirine aldanmadım (aman ne büyük başarı, bravo bana..).
Ben sizi bir başka sevmedim, Fikret Gallo. İz hanımefendiyi de pek sevmezdim ama gidişi içimi çok acıtmıştı. Sizin gidişinizeyse bir zil takıp oynamadığım kaldı, gerisini o yüksek dehanızla hesap edebilirsiniz diye düşünüyorum. Gözyaşlarınızın da bir damlası dahi içime akmadı, belki bilmek istersiniz. Yılanın son damlalarıydı hepsi, timsahın son gözyaşları. Umarım kötü bir sürpriz yapıp gitmekten vazgeçmezsiniz. Zira kalbim size ve bütün o yüzsüzlüğünüze bir parça daha katlanamayacak.
Kısacası; “Elinde bilet, New York is-ti-kamet, güle güle sana Gallo Fikret ooğoğoğooo!”
Yazı devam ediyor...