Şükür ki insanların köle olarak
satılmadığı, fiilen özgür kabul edildiğimiz bir devirde doğduk. Bu nedenle
bazen özgürlüğün kıymetini bilmediğimiz zamanlar olur. Hep vardır, elimizin
altındadır ya, hiç de yok olmayacakmış gibi gelir. Ancak bir kere yitirildiği
zaman kafaya dank eder işte. Esarete alışılmaz zaten, olsa olsa katlanılır. Zira
esaret insanın ruhunu daraltır, somut anlamda olmasa da soyut anlamda yarattığı
baskı ile bazen nefes almayı bile engeller.
Ondandır Nihan’ın üstündeki baskıyı
attıktan sonra ciğerlerini doldururcasına havayı soluması, avazı çıktığı kadar “İyiyim,
çok iyiyim!” diye bağırması. Özgür Nihan’ın, yer yer korkularına ağır basan
sevinci izlenmeye değerdi doğrusu. Başöğretmen Nihan’ın dersinden geçmek öyle
kolay mı sandınız? Hoca taktı valla Kemal’e, geçirmeyecek işte. Ders de onun,
sınıf da onun. Kemal daha da çok çalışsın dersine, hep Nihan’a çalışsın, yarın
sözlü yapacağım! Nihan’ı her geçen gün daha çok sevmezsen otur, sıfır!
Öte yandan yıllarca Emir’in
cehenneminde mahsur kalmış Nihan’ın özgürlüğe alışması zor tabii. Her ne kadar
fıtratında uçmak olsa da uzun süredir uçamamış ürkek bir kuşcağız o; devamlı
kafesinden dışarıyı gözlemiş, belki çıkmaya yeltenmiş ama kendini birden bire
dışarıda bulunca da ürkmüş bir serçe. Korku dağları bekler diye boşuna
dememişler. Ne kadar uzağa gidersen git, hangi ormana saklanırsan saklan
yüreğinde taşıdığın korkuyu da beraberinde sürüklersin oraya. Ve an gelir o da
seni hiç istemediğin diyarlara sürükleyebilir. Bu nedenle Nihan’ın Türk filmlerinin
esas kızları gibi “saadetimize bir mani çıkacak diye çok korkuyorum Nejat!”
modunda olmasına hak veriyorum. Emir’in yanındayken daha korkusuzdu, çünkü o
zaman zaten içinde bulunduğu konumdan daha kötüsünün olamayacağını düşünüyordu,
kurtulma umudu, aşkla çarpan bir kalbi yoktu. Ancak şimdi elinde “bir şeyler”
var ve insan sahip olduklarını kaybetmekten korkar.

Yeni kavuştuğu özgürlüğünün yine elinden alınarak Emir’in yakıcı öfkesiyle Kemal’e zarar vermesinden ölesiye korkuyor. Umutsuz gördüğü kara
sevda tabirini kendilerine yakıştırmayışı da bu yüzden. Nihan her ne kadar kabullenmek
istemese de, bence “Böyle bir kara sevda” parçası onlara çok yakıştı. Sözlerinde
geçen kara toprak lafı bir göz korkutuyor olsa da bana kalırsa bu şarkı çok
umut dolu ve de bir o kadar da naif bir aşkı anlatır. Zira “kara ‘toprakta’
biter” ile “kara ‘toprakla’ biter” arasında ince bir fark var bence. Sonumuz
kara toprakta bitecek umutsuzluğunu seslendirmez Zeki Müren. Aksine o aşkın kara
toprağa karışana kadar süreceğini ve ancak emrihak vaki olduğunda, “kara toprakla” bir olunca
bitebileceğini ifade eder. Ve bence bunun devamı da şu şiirle getirilebilir.
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum*
Bu yüzden de bu şarkı, bitmeyecek bir sevdanın sabrıyla, “sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına
dökülen akla biter…” diye telkin edip, ağlamadan ve mahzun olmadan yarına
gülerek bakmayı öğütler. Ki beni kalbimden esas vuran da, bir sevgiliye saçlarına
ak düşse de güzelliğini hala koruyacağına dair iltifat edilmesidir. Çünkü bu,
aşkın gençlikten ve gelip geçici güzellikten çok daha üstün bir şeylere bağlı olduğunu ifade
eder. Mesela bir insanı, tıpkı Kemal’in Nihan’ı sevdiği gibi, “insanları sevme
biçiminden dolayı sevmek” çok kıymetli bir şey. Aynı şekilde hiç düşünmeden,
dolu dolu sevmek de öyle tabii.
Yazı devam ediyor...