Üstad Neşet Ertaş’ın gönül defterinden Karahanlılar’ın
halinin beyanı gibi bir söz. ‘Herşey bitti’ denen zamanlarda kulağa küpe,
boyuna gerdanlık yapıp takılası, hali viran olanın yarasına merhem diye sürülesi
bir söz. Hem Karahanlılar’ın ve hem hepimizin gamına, kederine, aşkına yarenlik
edecek nice sözün sahibi Büyük Usta’yı aramızdan ayrılışının ikinci yılında
saygı ve rahmetle anıyorum.
Ve Hayat Ağacı…
Geçtiğimiz hafta ses getiren yangın sahnesiyle bölümü
noktalayan dizimiz bu hafta kaldığı yerden devam etti. Tadına doyamadığımız o
muhteşem sahneyi özetiyle de birleştirmek suretiyle baştan seyretmek muazzamdı.
Kenan Bal’ı her hafta ayrıca zikredeceğim kanaatimce. Çünkü Eşref Bey’i öyle
güzel yaşatıyor, içimize öyle sindiriyor ki bir sonraki adımını
kestirebildiğimiz bir yakınımızı seyreder gibi seyrediyoruz onu. Kimimizin
babasına benziyor, kimimiz kaybettiği büyükbabasını buluyor onda.
Eşref Karahanlı babasının fotoğrafına dokunup ‘‘sahip
çıkamadım baba’’ diyor. Hem ekmek teknesi, hem yüreği yangın yeri. Dayanamıyor
daha fazla ve yere yığılıyor. Hastanede sorunun ‘şeker koması’ olduğu anlaşılıyor.
Hayatımızın içinden bir sahne gibi. Dün gibi mesela. Hastanedeki babamı
ziyarete gitmişim gibi. Şekeri yükselmiş ve bu yüzden sağa sola fırça atıyormuş
gibi babam. Geç kalan kardeşime kızıyor, annemi dinlemiyor, yemeği beğenmiyor
gibi. Ölmemiş gibi. Ölmemiş ve o gün orada Eşref Bey olmuş gibi. Boğazımda bir
yumrukla seyrettiğim samimiyet dolu hastane sahneleri için dizinin senaristi Volkan
Yazıcı’yı özellikle kutlamak isterim.
Güçlü kadınlar yalnızken ağlamak zorundadırlar.
Karahanlı
olmak dik durmayı gerektirir
Esra, Kenan’ın avukatı olmayı da, Kenan’a karşı gelmeme
emri veren patronunu da reddederek tam bir Karahanlı olduğunu gösterdi. Ahlaki
ve ailevi değerlerini maddiyattan ve kariyerden daha önde tutan Esra Karahanlı
çakmak çakmak gözleriyle patronunun karşısında dimdik durup işinden istifa
etti. Ve bütün kadınlar gibi yalnız kaldığı ilk anda da omuzlarını düşürüp hıçkırıklara
boğuldu. Umarım hayat Esra’ya gülen yüzünü gösterir de Kenan’ın zorlu
tuzaklarına adım adım yaklaşmak zorunda kalmaz.
Ayşen'e sakinleştirici başlamak lazım.
Ayşen
depresyonda!
Geçen bölüm çilekeş, sakin, tatlı bir kadın rolüyle
karşımıza çıkan Ayşen’i yol mu çarptı, kocasının gailesiz tavırları mı
bilemedim ama bildiğim o ki Ayşen depresyonda! Yaşadıkları kolay şeyler değil
elbette. Evini, barkını bırakıp kocası ve çocuğuyla baba evinin gölgesine
sığınmak bir yere kadar hoş olabilir sanıyorum. O evde onlarca yıldır kadınlık
ve gelinlik yapmış bir Filiz faktörü varken Ayşen kendini dış kapının mandalı
gibi hissetmeye ve kendi duygularının faturasını da başta Filiz olmak üzere
çevresindekilere kesmeye başladı. Filiz’in bol nezaketli fakat insanı gıcık
eden kontrollü tavrı ve Ayşen’i de hizaya sokmak amacıyla verdiği küçük ayarlar
duvara çarpar gibi döndü Ayşen’den. Bundan sonrasını merak ettiğim ilişkilerden
biri de Ayşen – Filiz ilişkisi. Ayşen ‘yemekleri ben yapacağım!’inadıyla
mutfağa almadığı Filiz’e karşı pilava şeker katmak suretiyle ilk mağlubiyetini
aldı. Bakalım bir tatlı huzura alışkın Karahanlı malikanesi Ayşen’in bu gergin
tavırlarını kaldırabilecek mi?
Hatice Ana'nın öğütleri bile yetmiyor Kenan'ın intikam arzusunu dizginlemeye.
Kenan’ı
sevebiliyor muyuz Hocam?
Tolga Güleç’i de her hafta anacakmışım gibi
hissediyorum. Çünkü çok ama çok iyi oynuyor Kenan’ı. Kenan’ın yetimhanede
büyüdüğünü öğreniyoruz bu bölüm. Bunca kötü olma çabası boşuna değil elbet.
Kenan’ı da dinlemek lazım. Hatta Kenan’a bir şans bile verebiliriz bence. Yani
Umut’a aşık edip iyileştirsek onu mesela. Yaralarını, acılarını Umut’u sevmek
suretiyle dindirsek? Bir asansör sahnesinden çok güzel ‘aşık Kenan’ profili
çıkardım ben. Kenan acı çekmişse aşık olmayı da iyi bilir. Çok da güzel aşık
olur. Umut onu sever mi bilmem. Bence sevsin. Sevmeyecekse de senarist bize deli
gibi seven, kıskanç bir Kenan izletse ne güzel olur. Çayın yanına bi porsiyon
aşka hayır demeyiz hiçbirimiz.
Torunlar dedelerinin emaneti hayat ağaçlarının tohumlarını dikiyorlar toprağa.
Eşref
Bey’in kutsal emaneti
Karahanlılar’ın bacasından duman diye asalet
tütüyor. Bir kuşağa ‘emanet’ diye onlarca yıl evvelinden tohumlar bırakmak
nasıl incelikli, nasıl zarif bir davranıştır böyle? ‘Emanet, sandık’ sözcükleri
ağzından çıkar çıkmaz herkes tapu, para, değerli taş kıvamında bir emanet
kastettiğini zannetti Eşref Bey’in. Fakat Eşref Bey babasından emanet aldığı
ağaç tohumlarını hediye etti torunlarına. Gölgesinde soluklansınlar, bu dünyaya
dikili bir ağaç bıraksınlar, toprağa dokunsunlar diye. Bu topraklarda yaşayan
ne kadar Eşref Bey varsa bulup çıkarsak ortaya. Aile hekimliği gibi bir sistem
kurup her mahallenin başına bir Eşref Bey koysak. Tohumlar alsak emanet ve
öğütler… Belki daha yaşanabilir olurdu hayatlarımız. Karahanlılar gibi belki de
hepimiz küllerimizden doğarız.
Başını türlü belalara sokan Cengiz’in akıbetini
haftaya öğrenebileceğiz ancak. Ve Murat’ın babasını üzmemek için söylediği
yalanı nasıl toparlayacağını da… Oyunculuğunun her karesine büyük saygı
duyduğum Fikret Kuşkan’ın ve Onur Saylak’ın -hikayeleri yeni şekillendiği için
muhtemelen- oyunculuklarından şimdilik tadımlık nasiplendiğimizi düşünüyorum. Senaryo ilerledikçe ve hikayeleri derinleştikçe
bize parmak ısırtacak bir Cengiz ve Murat seyredeceğimiz fikrindeyim. Fikret
Kuşkan’ın ailesine ve babasına yalan söyleyip bir yerde bütün ailenin yükünü
omuzladığı o son sahnede gelecek bölümlerde nasıl bir Murat seyredeceğimizin sinyalini
aldık. Sabırsızlık ve merakla beklemekteyiz.
Bunca kalabalık arasında bir nefes alma durağı gibi Hayat Ağacı. Aile, değer, kültür kavramlarının
pek demode sayıldığı şu hoyrat zaman diliminde kutsal bir vazife ifa ediyor
gibi. İyi ki girdi hayatımıza.
Emek veren herkesin gönlüne sağlık.