Bölümün
romantizminden mi, Sinan’ın şairliğinden mi bilemedim ama damarlarımda şiir
akmaya başladı Tatlı İntikam sona
erince… Pelin, Tankut’un kanına çok önceleri girmiş biliyoruz, artık yavaş
yavaş Pelin’in de beyniyle değilse de yüreğiyle “Kabulümsün!” noktasına
varmakta olduğunu hissettik. “Dayanamadım, geldim; bundan büyük itiraf mı
olur?” cümlesini her ne kadar o şirin alaycılığıyla yumuşatıp “dalga geçiyorum”
mesajı verse de, aslında gerçeğin ta kendisiydi o itiraf.
İşin
ilginci; bölümün seyrine bakınca Pelin, Sinan’ın onun “kanına girdiğini”,
Sinan’a göre çok daha çabuk fark edip kabullenecek gibi duruyor. Kadın
algısının bu noktalarda daha açık oluşundan mı, Sinan’ınki gibi büyük bir
travmasının olmayışından mı yoksa gerçek aşkı gördüğü yerde fark edecek kadar
kendini iyi tanıdığından mı bilemem ama, az kaldı, Pelin; Sinan’a âşık olduğunu
kendine itiraf etti, edecek.
Pelin,
âşık olduğunu anladığında da Sinan’a karşı cesur ve net olacak mı bilemem ama
ben, onun hissettiğini lafı hiç dolandırmadan, evirip çevirmeden, eğip bükmeden,
olduğu gibi söyleyivermesine ayrı bir bayılıyorum.
Ceyda’nın
restorana ortak olmasına engel olamasa da hatta Sinan ona “Azat ettim, seni!
Bitti.” dese de, Ceyda her fırsatta yalanlarıyla, küçük dümenleriyle ortalığa
zehrini saçsa da, bütün bunlara hiç aldırış etmeden, kimseye hesap vermeden
mutlu olduğu yerde, mutlu olduğu insanla birlikte olmaya çalışmasına da ayrıca
hayranım.
“Kendi iç
dönüşümünü büyük oranda tamamlamış Sinan’ın yanında biz Pelin’in değişimini
izleyeceğiz.” diye düşünmüştüm ilk bölümde. Tolga’nın dahi fark ettiği gibi, bu
değişim başladı ve doğal, sıcak, gerçekten “güzel” bir kadına doğru yol almaya
başladı. “Aşk, insanı güzelleştirir.” derler ya Pelin’i gerçekten çok
güzelleştireceği aşikâr…
Mutluluk geçti demin,
göz bebeklerinden…
Öte yandan
her güzelliğin elbet, bir bedeli var. Oysa Pelin yetişkinliğe kadar hiçbir
bedel ödemeden, törpülenmeden, hayat tarafından oradan oraya çarpılmadan
gelmeyi başarmış. Yaşadığı “terk edilmeleri” büyük dram zannetse de Sinan’ın
çocukluğundan beri aldığı darbelerin yanında onunkiler sivrisinek ısırığı… El
bebek gül bebek büyüyen Pelin’in aksine Sinan; babasızlığı tatmış, belli oranda
geçim kaygısı yaşamış, gençlik yıllarındaki görünüşü yüzünden sadece Pelin’in
değil büyük olasılıkla bütün çevresinin alay konusu olmuş, âşık olduğu kız
tarafından onuru çiğnenmiş. Bütün bunlardan sıyrılıp kimliğini oluşturmayı
başarmış, iç huzurunu sağlamış bu adam, elbette ki şimdi geçmişinden çıkıp
gelen o büyük travmanın yeniden hayatını allak bullak etmesinden korkacaktır.
Elbette ki ondan kaçmaya çalışacaktır, elbette ki bunun için ara sıra
saçmalayacaktır. Sinan’ın Ceyda’yı ortak olarak seçmesini de Pelin’den uzak
durmaya çalışmasını da hatta zaman zaman onunla alay etmeye kalkışmasını da bu
yüzden tolere ediyor yüreğim.
İlerleyen
bölümlerde Sinan’da çok daha yoğun akıl - duygu çarpışmaları ve buna bağlı
dengesizlikler de görebiliriz, diye düşünüyorum. Pelin kadar cesur
davranmayacak ve onun gibi bir ilişkiye balıklama atlamaya hazır olmayacaktır.
Yine de Pelin onun zaafı. Son sahnede gördük ki ona sığınan, ona koşan Pelin’e
sırtını dönüp gidebilecek durumda da değil. Üstelik hani derler ya “Eşekten
düşenin hâlinden eşekten düşen anlar!” Eh hayatı boyunca aldığı darbelerle
mücadele eden, yara berelerini kendi kendine sarmayı bilen bir adam, Pelin’in
annesinden yediği ilk darbeden sonra yeniden yürüyebilmesi için ona koltuk
değneği olacaktır, tabii ki…
Gözlerin, gözlerime
değince felaketim olurdu!
Pelin’in
doğallığı, kocaman açılmış “çocuk” gözleriyle dünyaya bakışı, şirinliği,
öfkelendiğine bile yok olmayan sevimliği, hepsinden önemlisi Sinan’ın
yeteneğine olan sonsuz güveni ve desteği Sinan’ın yüreğindeki külleri savurup,
hâlâ içten içe yanmakta olan ateşi harlayacağı gibi bir de gördük ki onu “şair”
bile yapmış. Duygunun en damıtılmış hâlidir, şiir. Sinan’ın deyişiyle “sır”
dır. Kimseye söylenemeyenler; en dipte, en gizlide kalanlar, en derin
yaşananlar sözle akıp yaratır şiiri. Ancak Pelin uyurken dilinden dökülen
birkaç dizeden anladık ki Sinan’ın gönlündeki yanardağ yeniden lav püskürtmeye
başlıyor. Konuşurken Pelin’in gözlerine bakamaması da cesareti olmadığından
değil, söyleyemedikleri görülür endişesinden. Her ne kadar Sinan onun gözlerine
bakamasa da “Sen, beni çok sevmişsin; ben de seni çok derin üzmüşüm” diyebilen
Pelin’in Sinan’a “Sen, beni hâlâ seviyorsun!” deyivermesi de yakındır.
Yazı devam ediyor...