Defne’nin biz daha bu serüvene başlarken, kendi ağzıyla itiraf ettiği mucizesinin, çoktan gönüllü kiracısı olmuşken çalmaya başlamış
olan “hayat şarkısı” işte nihayet nakaratına geldi sevgili Kiralık Aşk ailesi.
Bir zamanların, yemek masasının durduğu İplikçi Malikanesi'nin bahçesi ve o bahçede “yıldızı”nın önünde diz çökmüş Ömer İplikçileri, Defne'nin iki köprücük kemiğinin kavuştuğu noktayı hedefleyen "V" kolyemiz ve bir adet anne yadigarı yüzük… Bir yerlerden ne kadddar da tanıdık geliyor, öyle değil mi? Biz bu kısmı bir yerlerden hatırlıyoruz, daha önce de çalmıştı hani?
Ben de öyle düşünmüştüm...
MAZİ = KALBİMDE YARA
Ömer, 4. bölümde Defne’ye “sonsuz aşkımızın ilk yıldızı”
gibi, gözlerden kalp fışkırtan cümleler kurar, hepimizi cennetin 7. katına
zincirlerken, Defne’den sadece hoşlaşıyordu (ve aslında beyimiz her ne kadar “no lie no woman” tarzı bir insanmış gibi görünse de, yalanın anasını ağlatıyordu bu sırada, bunu da araya sokuşturmadan geçmeyeyim). Belki o an için gerçek değildi bu, ama en nihayetinde bir "yalancı mumu" ya yatsıya kadar söner ya da ilelebet yanmaya devam eder. Eh, bizimki epey bir yanacak gibi duruyor. Yansın anacım yansın, alev alsın buralar!
Tabii ki şaka yapıyorum.
Artık bu muhabbetten kusasım geldi çünkü. Defne ve Ömer’in bir araya geldiği sahne 3 dakikaysa, bunun 2 dakika 58 saniyelik kısmı boyunca, bizimkilere bir
hararetler basıyor, bir sıcaklar oluyor, efendime söyleyeyim, camlar açılacak
oluyor, falan filan. Kalan 2 saniyede de kapı, pencere açılıyor. Öaaaaeeeğh geldi yani, yeter. Hem eskisi gibi sevimli de gelmiyor bu halleri bana artık. Malum, olmuş bitmiş bir “şey”imiz var nur topu gibi, gereksiz bir heyecan yaratma çabası gibi geliyor bu bana. Heyecanlanmıyorum nokta net, ahanda yazdım buraya.
Beni ne heyecanlandırmıştı biliyor musunuz? Bu bölüm alelade, öylesine takılıvermiş gibi duran, ama sırf Defne’nin yüzündeki o gülüş, o sahici mutluluk gözyaşları için bütün bu samimiyetsizliğini sineye çektiğim ulu yüzüğün, 20. bölümde
Ömer tarafından Defne’ye, tam davete gitmek üzere evden çıkacaklarken, içimi burgu burgu ederek takılışı.
Hatırlıyor musunuz o anı? Sanki üstünden bin yıl geçmiş gibi geliyor mu size de? Gerçi buna rağmen, ben hiç unutmadım o anı, bana hissettirdiklerini. Aynı, evlilik teklifini unutamadığım gibi.
Gene her şey yalancıktandı, her şey aceleye gelmişti ama, sanki asıl gerçek olan oydu. Diyeceksiniz ki “E o zamanlar her şey muallaktaydı, şimdi tam manasıyla sevgili oldular. Onun heyecanı farklı, bununki farklı...” Söyleyin de,
hakkınızdır. Hakkınızdır da, “bunun” heyecanı bir türlü geçemedi bana. İtinayla, bünyem tarafından reddedildi, onu ne yapsam, içimde nerelere koysam bilemedim. 20. bölümdeki o sahneyi döner döner izlerim, en çok ben izlerim de, bu bölümdekini belki bir kez dönerim, haydi sizin o güzel hatırınız için ikinciye de dönüp izleyeyim ama, ötesi yok maalesef...
Bir şeyler eksik, ama ne?
Yazı devam ediyor...