Muhteşem Yüzyıl Kösem:
… Pinhan Ağa’nın aslında dönemin hakikatini vurguladığını, abartarak söylemesine rağmen “gerçekleri” dile getirdiğini düşünüyorum. Mustafa’nın kendi kafasında kurduğu bu karakter aslında kafes hayatına girmeden önceki kısa ama etkili çocukluğunda gördüğü ve bilinçaltına giren entrikalar, güvensizlik ve taht oyunlarının bir yanılsaması. Halime Sultan ve Dilruba Sultan’ın yanında abisine güvenmemesi gerektiğini işitmesinin, cellatların kestanesini ezmesinin, daha sonraysa Safiye Sultan tarafından tahta oturtulan Mustafa’nın aslında küçükken gözlemlediklerinin bir haritası Pinhan Ağa. Onu her konuda bu kadar “abartılı” yapan ise Mustafa’nın yıllarca kapalı alanda yaşarken dış dünyanın bu “güvensizliklerini” kafasında oldukça fazla büyütmesi, haklı olarak tabii ki…

Pinhan’ı ve Mustafa’yı izlerken sebepsiz bir zevk alıyorum. Belki Muhteşem Yüzyıl’da daha önce böyle bir şey izlemediğim, belki tarihsel bir gerçekliği izlediğim için… Evet, sanırım cevap bu! Yıllarca Osmanlı’nın sert mizacını ve karanlık yüzünü izlemiş ama bu siyahlığa adapte olamayıp yavaş yavaş yok olan bir “tür” izlememişken, tarihte apaçık yaşamış “Deli Mustafa’nın” gerçekten bu döneme uyum sağlayamamasını izlemek; kurgusal bir dizide -ki Kösem’de şu an çok fazla kurgu karakter ve kurgu hikaye var- gerçeğe dair, üstelik izlenmemiş özgünlükte bir karakterin çarpıcı öyküsüne tanık olmak hoşuma gidiyor. Nasıl ki bir polisiyede bazen katil okuyucuya /izleyiciye gösterilir ve izleyici katili öğrendiği halde hikayedeki karakterlerin katili öğrenme çabasını izlemekten zevk alıyorsa, ben de aynı şekilde Mustafa Pinhan’ı azarlarken tüm çocukların dönüp şaşkınlıkla Mustafa’ya ve ardından birbirlerine bakmalarından aynı derece zevk alıyorum. Ancak tavsiyem Mustafa-Pinhan sahnelerinin biraz daha sanatsal çekilmesi… 21. Bölümde Mustafa’nın halvete giren cariyeyi boğması esnasında cariyenin üzerinde bir anda Pinhan’ın belirişi gibi, anlık şoklamalar ve daha sanatsal çıkışlarla Mustafa ve Pinhan’ın münakaşaları çok daha iyi bir şekilde sunulabilir belki.

Geçtiğimiz bölüm Taner Ölmez’i izlerken, “Çok iyi Osman olmuş ama Mustafa’nın yanında sırıtacak mı yoksa yeğeni gibi gözükebilecek mi?” diye sormuştum. Taner Ölmez’de garip bir büyü var. Öyle ki, yıllarca kapalı bir alanda “gelişen” Şehzade Mustafa’nın yanında iyi eğitimli, at-kılıç-dövüş eğitimi almış bir şehzade yeğeni sırıtmadan canlandırabilmiş. Tıpkı sadece kendisinden birkaç yaş büyük olan Beren Saat’le sanki aralarında çokça yaş varmış gibi cilveleşen ana-oğlu canlandırabildiği gibi. Karakterlerin çok küçük ama oyuncuların “yetişkin” olması ancak bunun sırıtmaması gereken “Ahmet” ve “Osman” gibi karakterler için Ekin Koç ve Taner Ölmez çok nadir başarılı isimlerden…

Meleki-İskender ilişkisi, Cennet’in yıllarca hizmet etmek için can attığı sultanını birden bırakmak istemesi, Zülfikar’ın rüyası ve Mehmed Giray’ın “dedikodu kaynağı” dışında akıcı bir bölüm izledik. Cennet karakteri Muhteşem Yüzyıl Kösem’in ilk bölümlerinde biraz Osmanlı Mukaddesi tarzındaydı ama ben kendi adıma bundan şikayetçi değildim hatta hoşuma bile gitmiş, karakteri özgün kılmıştı bu durum. Ancak şuan Cennet’i Esra Dermancıoğlu’nun oynaması için hiçbir sebep yok; tüm özgünlüğü, cilveliği, Mukaddesvari tavırları uçmuş sıradan bir harem görevlisi sanki.

Aynı şekilde sırf bölümde Mehmed Giray yer alacak diye 30 dakika boyunca her bir karakterin Mehmed Giray’ın dedikodu kaynağı hakkında konuşmasını izledik. Ardından süregelen Meleki-İskender cilveleşmeleri açıkçası bölümü doldurmak için yerleştirilmiş “boşluk doldurma” sahneleriydi.

Tüm bunların haricinde bölümde en çok hoşuma giden noktalardan biri Kösem Sultan’ın Sultan Ahmed ile devlet meseleleri hakkında konuşması oldu. Kösem Sultan’a yavaş yavaş özgün özelliklerin verilmesi karakterin uzun süre izleyici üzerinde oluşturduğu iticilik hissiyatını ortadan kaldırmaya başlıyor. Muhteşem Yüzyıl’da daha önce hiç görmediğimiz, sultanlarda bacakları açarak yahut bağdaş kurarak oturma pozisyonu bile karakteri farklı, orijinal ve seyirciye kendini karaktere yakınlaştıran bir özellik katıyor. Bu “oturuş” biçimi bile Kösem Sultan’ın ileride bürüneceği “hanım padişah” figürü için şimdiden işlenen ve izleyiciye aksettirilen bir detay; Kösem’i diğerlerinden farklı, Safiye Sultan gibi bambaşka bir tarza bürünmesini sağlıyor.

Resmi promoda da olduğu gibi bacakları açık, doğurganlığı ve kadın gücünü gösteren oturuşuyla, devlet işlerini Ahmed’le konuşup önlemler alıp tavsiyeler verişiyle Kösem’i “Kösem” yapan nelermiş, Kösem ileride devleti nasıl yönetecekmiş altyapısını kuruyor ve bu şekilde izleyerek karakteri “kabul ediyoruz”.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER