House of Cards’ın en sevdiğim, beni en çok etkileyen bölümleri her zaman Robin Wright’ın, yani bizim biricik Claire’mizin yönettiği bölümler olmuştur. Bu sezon da ilk defa üçüncü bölümde yönetmen koltuğuna oturdu Robin Wright ve yine bence dizinin en vurucu bölümlerinden birine imza attı.
Üçüncü bölüm kifayetsiz Goodwin’in hapisten akıl almaz bir ucuzlukla çıktıktan sonra girdiği araba tamircisinde açıldı. Eskinin gazetecisi, yeni tamirci çırağı Goodwin akıllanmamış olacak ki, sessiz sedasız hayatına devam edeceği yerde hâlâ Frank’a takmış vaziyette geçiriyor günlerini. Üstelik Frank’ın baş düşmanı Dunbar’a ulaşmak için, günümüzde oldukça tartışılan cinsel taciz ve tecavüz konularına gönderme yaparcasına akıl almaz bir şekilde bedenini satması beni hazan denizlerine sürükledi.
Frank’ın ilham verici konuşması sonrası kilise adeta yıkılıyor! Ne garip ki, aynı insanlar ertesi gün Frank'a yüz çeviriyor, hem de tam 180 derece. 40 yıllık vapurcuyum böyle çark görmedim.
Politikacılar ilginç insanlar. Oy için yapmayacakları şey yok sanki. Bölümün başında Frank’ın kendi memleketinde bir zenci cemaatinin kilise dinletisine katıldığını gördük. Kelime kelime ezberlenmiş sözlerle nabza göre şerbet vermenin kitabını yazan Frank Gaffney’li hemşehrilerinin gönlünü almayı bildi. Biz genelde politikacıların onbinlerce kişilik meydan mitinglerinde konuşmasına alışığız. Nüfusu bizimkinin dört katı olan Amerika’da ise adaylar genellikle böyle ufak yerel toplulukları tercih ediyor. Burada dikkatimi çeken noktalardan bir diğeri is Frank’ın 1973-74 global petrol krizine yaptığı gönderme oldu. Bizim medyanın yıllar sonra “bunların döneminde petrol kuyruğunda bekliyorduk,” dediği “bunlar” meğer Watergate skandalı yüzünden başkanlıktan istifa etmeye zorlanan merhum Amerikan başkanı Richard Nixon’ın hükümetiymiş. Tesadüfe bakın ki, Nixon bir telekulak davası yüzünden başkanlığı kaybetti.
Dinletiden dönüşte sözüm ona Rusya’nın artırdığı petrol fiyatları yüzünden—bak bak, kara Amerikan propagandasına bak, siz batırdınız yahu Rusya’yı—petrolsüz kalan Amerikan halkını benzin istasyonlarında sırada beklerken görüyoruz. Biz ülkemizde başbakanlara kasa fırlatılmasına alışığız elbette fakat burada petrol bidonunu atan vatandaşı görmesiyle Frank’ın yüzünü buz kesmesi bir oldu.
Geçen sezon gittiği bir kilisede İsa heykelinin suratına tükürüp yere düşüren Frank’ın sırf oy toplamak için Tanrı’ya sığınması da gözlerden kaçmadı. House of Cards’ı işte bu yüzden seviyorum; siyasete çok sert bir eleştiriyle alternatif bir bakış açısı sunuyor.
Bu bölümde ayrıca LeAnn Harvey’in arkadaşı, bıyık bıraksa Timur Acar’ın tıpkısının aynısı olacak bir veri mühendisi ile tanıştık. Bir Amerikan dizisi klişesi olarak, “çılgınca” şeyler yapan bu mühendis tam bir kaçık, ruh hastası tiplemesiyle canlandırılmış. Veri mühendisleri odası olarak yapımcılara dava açsak yeri var, bu ne yahu?
Frank’ı batırmak uğruna ya rab, ne güneşler soluyor! Tıynetsiz Goodwin biçare bir şekilde Dunbar’a yalvarırken…
Hayın evlat Claire’nin annesi de hırsız çıkmasın mı? Milyon dolarlarla oynayan kadın, düşük sınıf züppe dediği Frank’ın annesinin, yani koskoca merhum dünürünün küpelerini sırf Claire’den öc almak için çalmış yahu. At izi it izine karıştı resmen dizide. Claire’ye ne kadar laf etsem de kıyamıyorum. Frank’ın etkinliklerine katılmak için evine geldiğinde birbirlerine özlem dolu bakışları, o ince ses tonları beni benden aldı gerçekten. Sanırım bu ikiliyi kime benzettiğimi buldum sonunda. Güzin ile Baha! Yani öyle ayrılmaz bir birliktelik, bir bütünlük, bir eş olma durumu var. Öte yandan da işte adeta bir Medusa gibi Frank’ın kampanyasını baltalamak için arkadan iş çeviriyor. Yahu ancak şeytanın aklına gelirdi böyle bir plan; neymiş, Frank’ın babası ırkçı KKK üyesiymiş. Bu skandalı duyurmak için önce LeAnn Harvey’i gönderip aile kasasından Frank’ın babacığından kalan yegâne hatırayı çaldırıyor, sonra da bunu gidip ta birinci sezondan Frank’a düşmanlık eden Oren Chase’ye verdiriyor. Hayır her şeyi anladım, madem ayağını kaydırmak istiyorsun Frank’ın, bari gidip süt dökmüş kedi gibi adamın yamacına yanaşma. Frank kaçın kurrası? Fark etti tabii ki durumu. Çok belli ediyorsun yani o süt boca olmuş, bütün yer batmış, bıyıklarından damlıyor. Frank’ın bu olayı keşfettiğindeki hayal kırıklığını en derinimde yaşadım. Frank çoğu zaman yasadışı işler peşinde, evet. Ama bu sefer adamın babasının belki de en onurlu, en gurur verici anında yaptığı bir şeyi Frank’a karşı kullanmak… işte bu tam bir ihanet. Üstelik bir gün önce Frank’la kol kola seçim konuşması yapan Teksaslı Doris Jones ve kızı Celia’nın bu kadar ani dönüşü… Dünya adamın başına yıkıldı resmen. Tabii ki zencilerin KKK gibi iğrenç ırkçı bir örgüte karşı böyle bir tavır takınmalarını anlıyorum. Fakat Frank da o kadar da şerefsiz bir adam değil yahu.
Yazı devam ediyor...