Emir, annesine olan tavrı ve bu
psikopatlığı ile, uzun zamandan sonra beni korkuttu ve aklımı başıma getirdi.
Emir Kozcuoğlu, izlemekten büyük keyif aldığım lakin gerçek hayatta karşıma
çıksa kaçacak delik arayacağım bir insan. Ama insanmış o da hala biraz,
duyguları varmış. Emir’in bu hikayenin en yalnızı olduğunu söylemiştim geçen
hafta. Tüm taşlar yerine oturup da herkes kendini olmak istediği kişinin
yanında bulduğunda, Emir tek başına kalacak. Öylesine yalnız ve yaralı ki
resmen Zeynep’e bile ihtiyacı var. Düşünün Zeynep’e bile muhtaç! Şaka bir yana
Zeynep onun bu yaralı halini görebilen ve onu tedavi etmek için gönüllü olan
tek insan. Kendi başına merhem süremeyen Asu’nun (ki maşallah kel de değil) ona
verdiği akıl her ne kadar son derece manasız bir plan olsa da...
Asu’nun Leyla atağı da, en az
Zeynep ile kurduğu plan(!) kadar anlamsızdı. Leyla tabi ki de aşkın yanında
olacak ki söyledikleri de çok doğru. Asu’daki de ne bitmez hırsmış; işinin
gücünün peşinde koşmak yerine, önce kaleyi içten fethetmek için Leyla’ya, ondan
umduğunu bulamayınca da kalenin anahtarını elinde tuttuğunu sandığı Nihan’a başvuruyor.
Anahtar Nihan’da değil, Kemal’in elinde hâlbuki. Nihan kendi isteğiyle aradan
çekilir belki ama Kemal’in kalbindeki Nihan’ı kim aradan çıkartacak? “Mesele”
Nihan’ın fiziken varlığı değil yeğeeen, mesele Kemal’in içindeki, o kuyunun en
derinindeki Nihan! Ona Nihan bile dokunamıyorsa sen nasıl dokunacaksın ki?
Kimse kimsenin emanet bürosu değil.
Nihan, Kemal’i Asu’ya, amcası Asu’yu Kemal’e emanet etse de adam ne emanet
almak ne de emanet edilmek istiyor yahu! Bir rahat bırakın, bir üstüne
gitmeyin. Yani aynı yerden yara almak için insan da bu kadar ısrar etmez ki
Asu’cum. Israr edilmesinden nefret eden bir insan olarak o sahneleri gördükçe
bana fenalık geliyor, boğulacak gibi oluyorum.
But first, let me take a selfie!
Hakkı Bey’in Kemal’e olan güveni
ve ona her şartta destek çıkması çok güzel bir şey. Sonrasında “patronun” ne
diyebileceği endişesi ve işlerin sizin yüzünüzden ilerlememe korkusu taşımadan,
muhatabınıza haddini bildirebilmek iş hayatı için büyük lüks. Ancak arada Asu
meselesi olduğu için bu güven yavaş yavaş Kemal’in bileğini hatta boğazını
sıkmaya başlayan bir prangaya dönüşmeye başlıyor. Kemal’in Asu ile evleneceğine
inanmıyorum veya inanmak istemiyorum. Dışarıdan bakıldığında
“Hakkı Alacahan’ın damadı olarak sahip olacakları, şirket hissedarı olarak
sahip olacaklarından çok daha fazla” gibi gözükse de, Kemal bu konudaki tavrını
çok net belli etti, açık kapıları nazikçe teker teker kapattı. Böyle bir
klişenin, bu diziye yakışacağını da düşünmüyorum açıkçası.
Her ne kadar “büyük oyunun”
çözülmesi artık an meselesi gibi dursa da bana kalırsa iş gittikçe gayya
kuyusu gibi karmaşık bir hal alıyor ve bize de heyecanla izlemesi kalıyor. Haftaya
görüşmek üzere…
*Erol Evgin, Deli divane