“Ey zavallı insan, gurura kapılma! Dünya seninle dolsa, kar
gibi her tarafı kaplasan, güneşin sıcaklığı vurunca erir, yok olur gidersin.” dedi
Ahmed gökyüzü üzerinden akıp geçerken. Bir insanın, annesini bu denli korkunç
bir şekilde kaybedince büründüğü psikolojik buhranın kederini o kadar iyi
izledik ki, bu bölüm karşımızda Sultan Ahmed’i değil sevdikleri elinden kayıp
giden bir gencin omuzlarından buharlaşan duyguları ve geride bıraktığı saf
psikolojik dokunuşun etkisiyle sıradanlaşan bir “ben”liği gördük.
Açıkçası haftalardır ikinci bir Süleyman edasıyla, “Nerede o
ilk bölümlerde korkup ürken, küçük sultan?” diye aradığım hissiyatı bu bölümde
kavuşmak, hem de bu denli yoğun bir kavuşma beni çok mutlu etti. Biz zaten
Kanuni’de güçlü, sözü pek, hakim ve kudretli bir padişah izlemiştik. Neden
Kösem’de ikinci bir Süleyman figürü izleyelim ki, değil mi? Elbette olgunlaşma,
ciddileşme ve güç figürü olacaktı ancak nedense Ahmet özgünlüğünü kaybetmeye
başlamıştı son haftalarda. Ta ki bu akşamki bölüme kadar…
Bu bölümde gerçekten
de Ekin Koç’un artık ciddi anlamda ustalaşan performansıyla hem en yakın
adamını, ardından ani ve korkunç bir ölümle gelen annesini kaybedişini izledik
ve bu ölümlerin geride bıraktığı “yok oluş” duygusu Ahmed’de Derviş’i
öldürdüğünde ruhunda beslenen karmaşa düğümlerini bir eşkıyayı “aynı” şekilde
öldürerek çözmesine kadar vardı. Öyle derin psikolojik büyüler kaplamıştı ki
Ahmed’in etrafını, “Bahtî” mahlasının verdiği ürünleri dökebildi en
sonunda dudaklarından. Çok güzel replikler, çok güzel cümleler işitirken tıpkı
kitap okurken altını çizdiğimiz fosforlu kalem gibi gözlerim takip etti
ekrandan akıp giden görüntüyü.
Muhteşem Yüzyıl Kösem’de çözümlediğim bir diğer sorun
nihayet bugün sonuca ulaştı. Hep soruyordum kendime. Neden Muhteşem Yüzyıl
Kösem’de üst düzey aksiyon olmadığında bölümler hep ağır geçiş bölümlerine
dönüşüyor ve boğan bir sıkıcılıkla kaplanıyor diye? Neden 19 bölümlük serüven
boyunca birkaç bölüm dışında göz dolduran, dudak uçuklatan yahut izlenesi bir
benlik kazandıran bölümler olmadı? İlla ki ekrana bakmak, heyecanlanmak ya da
duygulanmak için ekstra aksiyon, fazladan gerilim mi şarttı? Nedense bu bölüme
denk hep böyle olmadı mı?
Sebebi bariz. Muhteşem Yüzyıl Kösem’in ilk bölümünde
hunharca yığılan karakterleri ve bu karakterlerin hikayelerinin birçoğu
hiçbirimizin ilgisini çekmedi. Ne Acemi Ocağı’nın acemilerini, ne Fahriye
Sultan’ın Mehmed Giray ile yaşadığı “destansı(!)” aşkı, ne Handan Sultan’ı, ne
Derviş Paşa’yı… Belki de bunun gibi daha sayabileceğim birçok karakter ve
hikayeleri daha ilk başta yapılan hatalara ya da olmamışlıklara bağlı olarak
izleyici tarafından reddedildi. Haliyle bu karakterlerin sahneleri birçok
bölümde boşluk doldurarak geçiştirildi ve izleyicilere bölümü ayakta tutacak
ekstra aksiyon ve gerilim verilmedikçe bu bölümler geçiş niteliğinde kalakaldı.
Yazı devam ediyor...