İnsan sevmek ister, sevilmek ister. Anlamak, anlaşılmak
ister. Midesinde kelebekler uçsun, sarılacak bir omuza sahip olsun ister. İnsan aşık
olmak ister, yeni başlangıçlar ister.
Kerim de Hülya da yeni bir başlangıcın eşiğinde. Ama bazen
kalp, o eşikte bekler. Etrafını kolaçan eder, paramparça olmamak için gerekli
şartlar hazır mı diye bir bakınır. Halbuki kimi zaman paramparça olmaktır aşka
tat katan, bunu düşünmez o anda. Belki de kalbi daha önce çok kırılmıştır, bir
kez daha kırılsın istemez.
Kimi zaman da o eşik sadece bir inadın gereğidir iki kalbin
arasında. Bir duvar vardır aralarında, bile isteye örülen. Kalp çarptıkça o
duvar yerle yeksan olacaktır elbet ama kendini koruduğuna inanır insan. Ama
doğru ama yanlış, o an içinden öyle davranmak geliyordur; dahası yoktur.
Olaysız akşam yemeği mi olur canııım?
Kerim ve Hülya… İkisi de birer tırtıl şimdi, gün gelecek
birer kelebek olarak devam edecekler hayatlarına. Kelebeğin ömrü kısa olur ama
onlar bir ömür biçmeyecekler aşklarına. Sonsuzluk isteyecekler, sonsuzluğa
koşacaklar. Gün gelecek öyle bir aşk yaşayacaklar ki, bizim kalbimiz
titreyecek. Şimdi mücadele zamanı; Kerim’in içindeki odunla, Hülya’nın içindeki
korkuyla mücadele zamanı.
Kerim, Hülya’dan etkilendiğinin farkında. Ama Kerim Cevher
o, ulaşılması zor bir genç adam ya hani metrelerce yukarı çıkardığı Hülya’nın
yere çakılışını izlemek onun için büyük zevk. Fakat karşısındaki de sıradan biri
değil, Hülya Çamoğlu Cevher. Ateş bacayı sardığında, Kerim’in gözü Hülya’dan
başkasını görmediğinde çekecek çilesi var.
Kerim ve Hülya’nın arasında kurulan ilişkiyi ne kadar
sevdiğimi bir kez daha anlatayım mı? Haydi anlatayım. ^_^ Ufacık temaslar,
birbirine benzeyen davranışlar, beraberken gülebilmeleri ve hatta tartışmaları.
Güzel aile oluyorlar ya, itiraz kabul etmiyorum. Şaka şaka. Ama bence diziyi
seven kimse itiraz etmeyecektir.
Hülya, tahmin ettiğimizden de yaralı bir karakter. Ruhunda
gizlediği yaraları iyileştirecek birine ihtiyacı var ama iyileşmek de öyle
kolay olmayacak sanki. İnsan sarılıp yaralarını iyileştirmek istiyor. Çünkü
Hülya da iyi bir insan olmak istiyor. Hülya’nın şu hayatta en büyük isteği
sevilmek, koşulsuzca sevilmek. Sev be Kerim, çok sev Hülya’yı…
Kerim’in isteği ise ona güvenilmesi, bir şeyleri
yapabileceğine inanılması. Çünkü Kerim bu zamana kadar kendini ispat etmeye
çalışmakla geçirmiş günlerini. Kendi başına var olmak istemiş, kendi ayakları
üzerinde durabildiğini göstermek. Şimdi rüzgar yön değiştirdi ve artık hayat
Kerim’e kendini ispat edebilme şansını tanıyacak.
Kerim’in Almanya’ya dönmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü
Kerim değişiyor; öncelikleri, hayata bakışı değişiyor. Kerim, şimdi bir sınavın
içerisinde ve bu maratonda benim ona güvenim tam. Kerim, içinde bulunduğu her
durumdan alnının akıyla çıkacak çünkü yüreği güzel. Hayat Şarkısı’nın ilk
bölümünde Kerim’e ne kadar sinir olsam da yüreğinin güzel olduğunu, yavaş yavaş
seveceğimi düşünüyordum. Şaşırtmadı beni. Bazen bazı karakterler şaşırtmasın
isterim, karakter gelişimini tamamlarken yürüdüğü yolu tahmin etmek isterim.
Kerim de şaşırtmayan ve bundan dolayı mutlu olduğum bir karakter. Tüm
odunluğuna rağmen kaçamak bakışlarını seviyorum. Kalbi küt küt çarpsın; hem
kendini hem de Hülya’yı iyileştirsin istiyorum.
Zordur hastane kapısında beklemesi...
Kerim’in işlerin başına geçecek olması için Hüseyin’in biraz
geride durması gerekiyordu, kabul. Hatta daha önce de dile getirmiştim; iki zıt
kutup olan kardeşler, yine iki zıt kutup olarak hayatlarına devam edecekti ama
tek bir farkla. Yer değiştirerek. Bundan sonrasında evin idare eden oğlu Kerim
olurken, özgürlüğüne koşan oğlu ise Hüseyin olacak. Bu da güzel ve kabul
edilebilir bir nokta. Aşk insanı değiştirir, değiştirsin de. Ama Hüseyin-Melek
ilişkisinde içime sinmeyen bir şeyler var.
Sanki o ilk karşılaşmalarındaki naiflik kayboldu. Hüseyin
zincirlerinden bir anda sıyrılmak istese de özgürlüğe koşan bir adam değil
düşüncesiz bir adam oldu çıktı. Peki neden? Biraz daha yumuşak bir geçiş
sağlanamaz mıydı? İlk bölümlerde hayranlıkla baktığım Hüseyin’den iki bölümdür
rahatsız oluyorum. Adamın geçmişi travmatik, kendi isteklerini yaşamaya
ihtiyacı var. Düşündükleri, söyledikleri çok doğru ama yöntemi yanlış.
Canımslar, az yavaş...
Ya sen ölüm kalım savaşı veren baban için endişelenmeyip
yollara düşecek kadar düşüncesiz bir adam mıydın Hüseyin Cevher? Silkin, bir
kendine gel. Zeynep’le ilişkin kopmuş olabilir ama senin bir evladın var. Evine
dön, boşanacaksan düzgünce boşan. Anlaşamasan da Zeynep senin hala hayat
arkadaşın. Hoş, Zeynep’i hiç sevmiyorum; boşansınlar mutlu olurum ama bu
şekilde değil.
Zeynep’in evi dağıttığı sahneye çok güldüm. Hayır keyif
aldığımdan değil. Aslında orada hüzünlenmem, Zeynep’in acısını içimde hissetmem
gerekirdi. Hissedemedim. Pelin Öztekin’in bazı sahnelere çok yakışıp bazı
sahneleri taşıyamama gibi bir sıkıntısı var. Mesela Hülya’yla hastane
bahçesindeki sahnesi net bir şekilde en iyi sahnelerinden biriydi. Ama abartılı
sahneler olmuyor, benim içime sinmiyor. Yani belki de oluyordur, bana öyle geliyordur; bilemem. Ama ben bazı sahnelerinde hiç keyif almadan ekrana bakıyorum. Müfit’in olayların üzerine gelmesi,
Bade’nin her şeyi çat çat anlatması, Hülya’nın Hüseyin ve Zeynep’in evliliğiyle
ilgili düşündükleri ise kısa kısa ama net ve güzel anlardı. Bu şekilde ne akış
bozuluyor, ne de hikaye bütünlüğü.