Eli kırılasıca Claire. Adı batasıca, boyu devrilesice. İki yakan bir araya gelemesin inşallah, gün yüzü göreme. Ölsün annen de sen de kurtul o da kurtulsun, ister evi satarsın ister servetine konarsın o zaman, haram zıkkım olsun.
House of Cards’ın üçüncü sezonundaki hüsrandan sonra pek çok izleyicinin dördüncü sezonu beklemekten bile vazgeçtiğini biliyorum. Geriye kalan sıkı takipçiler için ise bir sene göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçti ve işte yeni sezonun ikinci bölümü yayınlandı bile!
Geçtiğimiz haftayı, yani sezonun ilk bölümünü, Frank’ın kaynanasının damadına karşı beslediği ezeli düşmanlık ile kapatmıştık. Bu bölüm ise Candan Erçetin’in Beyaz’a cevap olarak Demet Akbağ da dahil olmak üzere arkadaşlarını toplayıp çektiği gün videosu misali bir sahne ile başladı. Claire’nin annesi Elizabeth, para anası arkadaşlarını Frank’ın rakibi Dunbar’ı desteklemeye çağırıyordu. Senaryonun bu kısmını anlamadım doğrusu. Elizabeth’in Frank aleyhine bir şey yapmaya çalışmasını anlıyorum elbette. Ama Dunbar zaten babadan zengin, paraya muhtemelen bizim aklımıza gelmeyecek isimler takan, kimseye ihtiyacı olmayan bir başkan adayı. Bu kısmı biraz zayıf bulduğumu söylemeliyim; sırf Elizabeth karakterini senaryoda tutabilmek için böyle bir yola gittiklerini düşünüyorum.
Altın kızlar altın gününde damatları çekiştirirken... yalnız bunlar çeyrek altın değil 1 kilo külçeyle gelmişler.
Liz böyle Bizans oyunlarıyla uğraşırken biricik meleğimiz Claire de boş durmuyor; Teksas’ta göz diktiği senato koltuğunu alabilmek için Frank’ın arkasından işler çevirdiğini gördük. Claire bu pozisyonu öylesine istiyor gibime geliyor. Sırf seçilmiş biri olabilmek için, en kolay bulduğu yerden aday olup seçimi kazanmak hayali. Başka da bir şey umurunda değil ve bu çok belli oluyor. Oysa başarının böyle gelmeyeceği de açık. Claire’nin yeni yamağı, pazarlama ustası LeAnn Harvey ise kirli oyunlarda önemli bir piyon olacağını gösterircesine, önceki sezonların büyük ve yasak aşkı Jackie - Remy aşkını ikiliye karşı şantaj olarak kullanmayı planlıyor. Yine de bu ikilinin Frank’ı hafife aldığını söylemek yersiz olmaz. Nitekim bölümün ilerleyen dakikalarında kurt senatör Doris Jones’un Frank’la işbirliği yapıp Claire’nin elinden adaylığını tereyağından kıl çeker gibi alışını izledik. Yani işte Claire de o kadar tecrübeli bir isim olarak nasıl bu kadar basit bir hata yapabildi, anlamak güç.
İkili ilişkiler, çıkar ilişkileri, komplo ağları, entrika yumağı, bu bölümle birlikte hat safhaya ulaştı diyebiliriz. House of Cards, ilk sezonlardaki o performansına adım adım geri dönüyor.
İnanılmaz etkileyici bir görüntü yönetmenliği bu yahu. Adeta neoklasik dönemden bir tablo!
Bu bölümün en çarpıcı sahnelerinden biri Claire’nin, geçen bölümde Frank ile anlaşmaları üzerine, Beyaz Saray’daki davet için geri dönüşüydü. Çok kısa bir sahneydi ama bana bir ömür gibi geldi. O kadar iktidarın içinde, ikilinin bütün yaşanamamışlıkları canlandı gözümde. İktidar demişken, geçen sezonun gediklisi Rus başkan Petrov bu bölümde global bir finansal krizin potansiyel mimarı olarak karşımıza çıktı. Meğer diktatör Petrov az yaman oyuncu değilmiş; koskoca Rusya’daki bütün milyarderleri ya öldürtmüş, ya içeri tıktırmış. Enerji sektöründeki patronların elinden şirketlerini, medya patronlarının elinden gazetelerini, televizyonlarını almış. Amerikan kabinesi de bütün bu hareketlerin global bir finansal krize yol açacağını söylüyor. Amerikalılar genelde bu konularda dar görüşlü olurlar. Petrov’un bu adımlarının böyle bir etkisi olacağını kabul etsek bile; Petrov gibi zeki bir adamın bunu öngörmemesi mümkün değil. Tabii iktidar hırsı, tek adam olma hırsı Petrov’un gözünü ne kadar bürümüş, kestirmek de imkansız. Yine de senaryonun bu kısmında da biraz kolaya kaçıldığını söyleyebilirim. Nihayetinde gözünü iktidar hırsı bürümüş her diktatör gibi Petrov’un da paranoyaklığa teslim olduğunu gördük. Frank ile yaptıkları konuşmada Amerika’yı Rusya’da bir darbe girişimi ile suçlaması gerçekten komikti. Tabii Amerika böyle işlerle uğraşmadığından değil. CIA’nın sürüsüyle memlekette onlarca darbe girişiminde bulunduğunu biliyoruz. Ama Rusya’da? Bu politik konjonktürde? Petrov da her diktatör gibi köşeye sıkıştıkça hayali düşmanlar yaratıp, yel değirmenlerine savaş açıyor işte. Öte yandan özellikle geçtiğimiz yıl dünya piyasasında baş gösteren petrol fiyatlarındaki krizin diziye bir şekilde yansımış olması da oldukça ilgimi çekti. Yalnız biricik Amerikan propagandası hemen kendini göstermiş! Gerçek hayatta bütün OPEC ülkeleri utanmadan ağız birliği yapıp, üretimi artırıp, fiyat kırıp Rusya’yı batırmaya çalışırken dizide Rusya üretimi kısıp Amerika’yı zor durumda bırakmaya çalışıyor gösteriliyor. Böyle bir ihtimalin olması bile komikken dizide bu şekilde geçmesi mağdur edebiyatının kitabını yazan Amerikalılar için geçer akçe oluyor işte.
Adam karısına aşkla, hayranlıkla bakıyor resmen. Modern hayat Mecnun’u ama kıymetini bilen yok ki!
Claire’nin annesi, Elizabeth, düşünün, lenf kanseri. Hastalığının son demlerini yaşıyor ama hâlâ aklı fikri Frank’ı alt etmekte. Claire kızlık soyadını kullanmalıymış seçimde aday olurken; kaynanamızın bu sefer taktığı şey bu. Anacım, biraz nefes al yahu. Hayatının son demlerinin tadını çıkar; ne bileyim, kızınla helâlleş, bir şey yap. Varsa yoksa Frank yahu, takmışsın kafayı. Hayır insanı kanser öldürmese bu negatiflik öldürür zaten.
Yazı devam ediyor...