Bakın üstünden bir hafta geçti, Garbis’e gıcığım geçmedi. Adamın zarfını hap gibi yuttular yahu. Mustafa hala "temkinli olalım" falan diyor ama geçmiş olsun. Ya inanırsın, ya inanmazsın bu kadar basit. Bu hengamenin içinde tek iyi haber Zozan’ın kurtulmasıydı. Zozan’dan çok iyi işler bekliyorum. Her şeyden önce Ana’yla olan kabarık hesabımızı tahsil edecek.
Bende mi bir arıza var bilmiyorum ama nerede kötü ve zayıf karakter var hepsi acayip hoşuma gidiyor. Mesela son yılların uzak ara en mükemmel yabancı dizisi Fargo’da Lester Nygaard adında kötü, sinsi, zayıf, ihtiraslı bir karakter vardır. Diziyi izleyen hemen herkes tetikçiye bayılırken ben Lester’e bayılırdım. Fethi Paşa’nın da korkak ama eline düştüğünde muazzam acımasız birine dönüşen yetersiz halleri hoşuma gitmeye başladı. Tabii ki Çerkes Hasan’a yaptıklarını affetmeyeceğiz ama doğruya doğru güzel bir karakter olmuş. Galip’i de ezecek sandım ama neyse ki öyle olmadı.
Valla kanka benim arkamda Padişah var. Ben ne düşünücem sen düşün yani..
Filinta’nın adı değişsin istiyorum. Artık “Filinta: Bin Satranç’ın Şafağında” olsun. Herkes herkesin hamlelerini tahmin eder olmuş. Bir noktadan sonra başım döndü desem yeridir. Paşalar bir akıl yürütüyor, Padişah bir başka akıl yürütüyor. Hoş, paşalar bu akılla bu darbeyi nasıl yaptılar hala anlamış değilim. Abdülaziz Han nasıl bunlara yem oldu inanılır gibi değil. Padişah daha önce Mustafalara “sizi koruyamam” demişti ama tek bir hamleyle en gerekli olduğu yerde oradaydı. İşte büyük devlet refleksi budur. Adamlarını yalnız bırakmaz, çeker alır.
Fakat sekansın en güzel anı Padişah’ın Mustafaları çekip aldığı hamlesi değildi. Huzurunda Rüştü Paşa ve diğerleriyle toplandığında Rüştü Paşa’ya parmağının ucuyla bastıra bastıra değdi ya mest oldum, mest! Padişah tahta geçmeden önce ne diyordu? “Önce istediklerini verelim sonra onların defterlerini düreriz” Peki, paşalar ne zannediyordu? “Devlet kontrolümüzde, Padişah avuçlarımızın içinde olacak. Bize dokunamaz.” Padişah hakikaten de geçen bölümlerde her ne kadar sinirlerine hakim bir insan imajı çizse de aynı zamanda Paşalara dokunmasının ağır bedelleri olduğunu biliyordu. Bugün artık dokundu. Rüştü Paşa’ya değmesinin altında büyük bir mesaj var: “Artık sana dokunabiliyorum. Yakında ümüğüne çökecek kıvama da geleceğim."
Sen beni bir de gençliğimde görecektin ne yakışıklıydım ne yakışıklıydım...
Öncelikle bizim kötülerin av kıyafetlerine bayıldığımı söylemeliyim. Özellikle Efendi Miloş’un kıyafetiyle resmen bahar geldi diyebilirim. Av sohbetinde geçen konulardan sonra bir hamle okuması da Miloş ve Akbar arasında yaşandı. Bu sefer hamleyi okuyan Akbar oldu ama belirli ölçüde geç kalınmış bir hamle okumasıydı. Sevgili Akbar, Miloş seni çoktan beri yemeğe başlamıştı. Sen geç aydın ama iyi aydın.
Farah’ı zindana atmışlar. Filinta’nın bir giriş kapısı olsaydı üstünde “her karakter zindanı tadacaktır” yazardı. Evet Farah daha önce de uzun uzun zindanda kaldı fakat geçen hafta Dadı’nın zindana düşmesi, bu hafta kendinden en beklenmeyecek şekilde Farah’ın yeniden zindanlara dönmesi enteresan. Farah zindana düşer de Mustafa’nın ağzının tadı kalır mı? Kalmaz tabii… Zira Farah gerçekten hainse Mustafa da artık zindan gibi bir hayatta yaşayacak demektir. Benim bile iştahım kaçardı.
Miloş Efendi’nin zindan ziyareti onun mevcut durumunu gözler önüne serdi. Farah onlar için bir hain ve zayıf halka olmasına rağmen onu kabul etmeye çalışmak tam bir çaresizlik örneğiydi. Sonuçta gerek Mustafa’nın karşı tarafta yarattığı kalifiye savaşçı eksikliği, gerek Akbar taraflaşması sağlam adam ihtiyacını had safhaya çıkarttı. Yine de içimden "ah ah Miloş sen buralara düşecek adam mıydın?” yakınması geçmiyor değil. Ne oldum demeyeceksin işte..
Belki en son Padre ben kaldım ammaaa herkes gitti ben hala burdayım bir de bu açıdan bakalım.
Yeni Padre, Bıçak Ali’nin dibinde bittiğinde ben bile irkildim. Bu işleri hep biz yapardık, bize yapılınca anladım ki pek de hoş olmuyormuş. Eni sonu vereceği bir mektuptu ama oraya da bir duygu, heyecan yerleştirmişler. Filinta’da kim büyük konuştuysa tıpkı gerçek hayattaki gibi tam da o noktasından sınandı. Madem Akbar da “aşkımdan bile vazgeçerim” diyor e doğal olarak oradan sınanacaktı. Nitekim Akbar zeki bir adam. Sınanacağını biliyordu ve kendi hazırlıklarını yaptı.
Burada Ali’ye helal olsun demek lazım. Tüm o yasının içinde mektubu okur okumaz fırlayıp gitmedi ya helal olsun. Ali birazcık çocuk ruhlu bir karakterdi. Şu son iki bölümde zorla büyüdü. Büyümek demek daha etraflıca düşünmek ve daha akıllıca davranmak demek. Bu bakımdan Mustafa’yı almaya gitmesi karakter değişimi açısından önemli. Hatırlayalım bu adam siper almadan çatışmaya giren adamdı.
Olum niye söylemiyorsunuz yer altında tüneller var diye?!
Herkesin bir planı varsa Mustafa’nın da bir planı var. Herkes onları dışarıdan beklerken dehlizlerden gitmek tam Filintalık bir hareketti. Yüce Efendi’nin “buraları en iyi ben bilirim!” çıkışlarına hak vermemek elde değil. Tamam Yüce Efendi de daha önce bu dehliz tufasına düşmüştü ama artık tecrübesi vardı. Hadi size birazcık Yüce Efendi gibi konuşayım, “Tecrübe, namlusu olmayan bir silah gibidir arkadaşlar. Karşı taraf daima hafife alır ama nereden vurulduğunu asla anlayamaz.” Olmuştur umarım.
Öncelikle şunu baştan söyleyeyim Süreyya’dan daima bir ağlama sesi gelmesi sinirlerimi bozuyor. Nitekim baskın sırasında gördük ki yüzü kapalı olan Süreyya değilmiş. Fakat enteresan olan evde olan da aynı şekilde ağlıyor. Benim tanıdığım Süreyya inadına ağlamazdı. Neyse.. Bugüne kadar Akbar’ı dengesiz ve tehlikeli gördüm ama aynı zamanda ağzından çıkan sözleri tutacak kadar ego sahibi olduğunu da düşünüyordum. Onun gibi kötüler dürüst olurlarsa erdemden değil egodandır. Ortaya feyk bir kadın koyması ve dahası Süreyya’ya yalanlar söylemesini beklemiyordum ama şaşırmadım da.. Aşkta pek çok şey mübah olabilir. Anlıyorum ben seni Akbar. Aynen devam diyemem ama anlıyorum.
Yazı devam ediyor...