Defne: Yemiycem işte benim diil mi yemiycem!
Bölüme kaldığımız yerden başlamak ilk bakışta pek arzu edilmese de aslında iyi oldu. Gerçi şahsıma bir seçenek sunulmuş olsaydı bu bölümden ziyade kaldığım yerden başlamak isteyeceğim Kiralık Aşk tarihinde 4 bölüm var sadece: 5, 11, 13 ve 36. bölüm. Ama sunulmadı, olsundu.

Deniz’in kurduğu hiçbir tuzağın tam anlamıyla işlevini yerine getirememiş olması ilk defa bir işe yaradı. Ömer’in dikkati belki çok az bir süre üzerinde toplandı ancak dağılması da işte aynı bu sebepten aynı hızla oldu. Deniz’in potansiyelini küçümsedik ettik, vay efendim Ömer’in kışı geldi trilililili diye bir zamanlar zılgıtlarımla yeri göğü inletmiş olsam da üzülerek söylüyorum ki, sevgili Deniz Tranba’nın kötülük planları yapmakta o planları amacına ulaştırmaktan daha iyi olduğu aşikar.

Defne ile ilgili planlar yapmasını istediğimi geçen yorumumda dile getirmiştim. “Defne’ye yazılsın”a kadar getirmiştim hatta durumu ama böyle de bir tuhaf oldu. Elindeki iki yüz bin liralık kozu pis pis ortaya sürüşü bu beyefendiye en tatlış kötü karakter oscarını vermek için ön sıralarda saf tutan benin midesini bulandırdı. Ben de buldum bunuyorum biraz ama bünye Türk kızı bünyesi. Esas kızı minnoş minnoş oğlanlar sevsin, minnoş olmasa bile sırf esas kızı sevdiği için minnoş olsun, sonra o oğlanlar esas kız için kapışsınlar falan istiyorum istemsizce. Biz böyle gördük büyüklerimizden, bilinçaltıma işlemiş artık ne yapayım?

Ama tabii ki de Kiralık Aşk’ı var eden olgulardan birisi de bazı yönlerden tabuları yıkıyor oluşu istisnasız. Klişeden kaçarken klişe çarpı 5’e tutulsak da kimi zaman, beklediğimiz şeylerin beklediğimiz anlarda olmadığı da bir gerçek. Mesela Deniz ve Sude’nin “akşam yemeği” tuzağının, çoğu izleyicinin beklentisi dışında geliştiğini düşünüyorum. Şahsen benim öyle oldu. 

Defne ile Deniz tam da kadehlerini tokuşturup ölümüne yanlış anlaşılmalık bir tablo çizerken Ömer onları görmeli miydi? Belki evet, belki hayır. Bana sorarsanız size net olarak hayır derim. Ömer kıskansın etsin istiyorum tamam ama bu pek de kıskanılacak bir şey olmazdı. Daha çok “Ah kalbim! İhanet hançeri böğrümde parendeler atıyor!” deyip yere yığılmalık bir şeyler olurdu ki bunu hiçbirimiz istemeyiz. Yani ne bileyim Defne’ye de ikinci er kişi olarak Deniz’i düşündük ama, kendisi pek de rakip görülecek bir insan değil ki. Fiziksel olarak bahsetmiyorum asla, lütfen yanlış anlamayın.

Demek istediğim bir kulvarda Ömer’in her ne kadar mükemmel görünse de mükemmel olmayan karakteri, bir diğer kulvarda da Deniz’in karakteri koşuyor olsa kusura bakmayın ama Ömer Deniz’e üst üste tur bindirir. Bunu Ömer'e olan gözü kör, kulağı sağır aşkımdan söylemiyorum elbette. Her şey gün gibi ortada sanki. Hele bir de şimdi arka bacağı niyetine Sude’yi işleme koydu, Sevgili Tranba'nın hiç gideri yok bu konuda maalesef. İyi ki İso’ciğim yetişti de kurtardı günü. Aslan parçası. Dost gibi dost. İnşallah bir yerlerde İso gibi insanlar ciddili yaşıyordur. Çünkü "İnsanlara dayanabileceğimi ummazdım bugüne değin..." 


Defne'nin Sude'ye hesap sorduğu sahne yanlışlıkla silindi glb....

Başlardaki o minnoş minnoş DefÖm sahnelerini atlayarak zınk diye niye buradan başladım, inanın ben de bilmiyorum ama Sude’nin Ömer’in canını yakmak uğruna yaptığı şeyler ihanetin en iğrenç en kabul edilemez versiyonu gibi geliyor ve içime dokunuyor.  İşte bu nedenle “Sude’yi Ülkeden Sürmek İsteyenler Kulübü”ne beni de gönül rahatlığı ile dahil edebilirsiniz. O ne şirretlik, ne fettanlık o?! Hiç kusura bakmasın, bu saatten sonra Eymen isterse azize yapsın Sude’yi, oluru yok. Gözümde iğne deliği kadar sevilecek yeri kalmadı bu hanım efendinin. Ömer  Defne’ye dağ evindelerken “Sana bakınca dünya olduğundan daha güzel bir yermiş gibi geliyor” demişti ya hani, heh işte ben Sude’ye bakınca dünya için emek emek besleyip büyüttüğüm geleceğe dair bütün iyimser duygularım, yalancı bahara aldanıp çiçeklenip sonra da kışın acımasız soğuğunu yiyince donup kalan erik ağacı gibi solup gidiyor maalesef ki.

Yaptığı ve sorumluluğunu almayı reddettiği her şey için Ömer’e saymış olduğu gerekçelerinin hepsi boşluğa savruldu gitti öylece, tutunacak sağlam bir yer bulamadılar. Çünkü “aile” diye bildiğimiz şeyde o söylediklerinin lafı sözü edilmez. Elbet kıskançlıklar hepimizde vardır, doğamız gereği kıskanıyoruz ancak bu kıskançlıklar kor olup koca bir aileyi yakmaz hiçbir zaman ki yakmamalıdır da.

Her ne kadar insanın ağzında yavan bir tat bırakıyor olsa da Sude’nin kardeşi yeni doğmuş küçük bir çocuk gibi Ömer’i kıskanıyor oluşu çok da garip bir durum değil gerçi. Bencil bir insan Sude. Merkezinin “ben” oluşu ve rutininin bu merkez etrafında dönüyor oluşu kör ediyor, o bukalemun gibi ortamına göre renk değiştiren güzel gözlerini. Kahvaltıda Eymen’i Yasemin’e anlatırken bir an olsun tereddüt etmedi bile mesela. “Ben bu kadının eski sevgilimle görüşmesine, katlanamam diye müsaade etmedim. Şimdi yeni biriyle görüştüğümü söylersem ne yapar?” diye aklına bile getirmedi. Kendisini o kadar çok önemsiyor ki ağzından çıkan her şeyin -aynı Ömer için olduğu gibi- değiştirilip, sorgulanamaz birer yasa niteliğinde olduğunu sanıyor herhalde. Düşündüğü kadar zeki bir insan olduğunu da bu nedenle reddediyorum ne yazık ki. Egosu, zekasının önünde koca bir paravan gibi dikiliyor çünkü. 

Velhasıl Sude, o güzel gözlerini doktora götürüyorsun. Niye kendini herkesin efendisi gibi görüyorsun, niye herkese her şeyi özgürce yapabilme hakkını kendinde buluyorsun, bunlara bir güzel baktırıyorsun. Tedavi olmadan da bu ekrandan evlerimize misafir olmayı acilen bırakıyorsun. Haydi bakayım...


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER