Her insan bir parça yalnızdır. Kimi bu yalnızlıktan büyük keyif alır, kendini oyalamak konusunda hiç sıkıntı
çekmez. Kimisi de aksine hep arkadaşlarıyla vakit geçirsin, etrafından ses hiç
eksik olmasın, çayın altı hiç kapanmasın ister. Ben iki gruba da dahil oluyorum
ruh halime göre. Bazen kalabalığı istiyor canım, bazen sade bir yalnızlığı,
bazen de yalnızlıktan ziyade kendimle baş başa olmayı. Aynı şeyler gibi
görünseler de yalnızlığı sevmek ve seçmek, yalnız olmak, yalnız kalmak veya
yalnız bırakılmak çok farklı kavramlar aslında.
Kemal geniş ailesine rağmen bu
hafta yalnızlığı seçenlerden mesela. Yaptığı tercih oldukça zordu, her
babayiğidin harcı değil. Çünkü gayri insiyaki olarak sevdiğini korumak istiyor
insan. Ne kadar erdemli, ne kadar doğrucu Davut olursa olsun, iş kendi
sevdiklerine gelince koruma içgüdüsü depreşiyor. Uzaktan bakınca Kemal’in doğru
olanı yaptığını söylemek, Kemal’in yerinde olsak (Allah korusun!) aynı şeyi
yapacağımızı iddia etmek kolay. Dürüst olmam gerekirse, kendimi onun yerine
koyup düşününce gönül rahatlığıyla aynısını yapacağımı söyleyemiyorum mesela.
Sezin Ailesi örneğinden de görüldüğü üzere herkes de yapamıyor zaten. Ancak şu
sözüne de can-ı gönülden katılıyorum; günahıyla
yüzleştirmezsen bir gün günahı işlediğini de unutur.
Düştüm mahpus damlarına öğüt veren bol olur!
Çünkü pişmanlıklar ve vicdan
azabı zaman geçtikçe azalıyor ve o zaman da “ders” çıkarmaya gerek duymuyor
insan. Daha geçen hafta Kemal’e ağlayarak yaptıklarını itiraf eden Tarık, şimdi
gayet serinkanlı bir duruş sergileyebiliyor mesela. Benciliz neticede; işin
ızdırabını bizzat çekmedikçe yok saymayı çok iyi beceriyoruz. Ama ortada “bizzat” ödenen bir bedel olduğu
zaman onun acısı akıldan kolay kolay çıkmıyor. Bu nedenle çocuk eğitiminde de
doğru davranışların ödüllendirilip, hatalı davranışların cezalandırılarak sönüp
gitmesini sağlamak mühimdir.
Ailenin, gözbebekleri olan
Kemal’e yekten inanmamalarını da doğal karşılıyorum aslında. Körü körüne Kemal’e inanmak da Tarık’a ihanet olurdu. Bir oğluna katil
demektense öteki oğluna iftiracı yaftası yapıştırmak daha kolay tabii. Psikolojide
en bilindik savunma mekanizmalarından biridir inkar yöntemi ve çok kuvvetlidir.
Beyin, kendisine acı veren gerçeği kabullenmemek için reddeder; ya unutmayı seçer ya da
hatırlasa bile yaşananların etkilerini ve ehemmiyetini göz ardı eder. Kimi
zaman inkar etmek zor duruma alışmayı kolaylaştırsa da, bana göre gerçeklerle
yüzleşmekten kaçış yoktur. Üstelik kabullenmek, çözüme ulaşmak için atılacak
ilk adımdır. Yalnızca, sorgulama süreci bittiğinde olayı kabullenip durum
tespiti yaptığınız zaman, nasıl çözüleceğine dair fikirler üretmeye
başlayabilirsiniz. Ancak Soydere Ailesi'nin daha yolun çok başındayken, olayın
sıcaklığıyla hemen aklıselim hareket etmelerini bekleyemezdim. Öte yandan Kemal’in bu kadar kuvvetle
itilip ötelenmesinin, onun açısından da çok yaralayıcı bir durum olduğunu da
kabul etmek gerek. Birinci derece yakın akraba olmasa da, neyse ki onu anlayıp
destekleyenler de var.

Patlamış mısır da alsaydık keşke karıcım.
Emir ise yalnız bırakılanlardan
hatta terk edilenlerden. Babası en başından beri onu hırslarına kurban etmiş. Üstüne
annesinin de kendisini terk ettiğini sanıyordu. Şimdi mevzunun öyle olmadığını
öğrenmek onun için de hayli sarsıcı bir deneyim oldu. Emir’i ailevi bir konuda
ilk defa bu kadar dağılmış vaziyette gördük. Çöpsüz üzüm olmakla övünüyordu.
Haklı aslında, kendisinin de dediği gibi kardeşler insanın zayıf karnı. Bizim gördüğümüz
Emir, düşmanın elinde koz kalmasın diye o kardeşi acilen bulup yok etmek ister
normalde. Lakin Şeker Portakalı okuyan ve bizim henüz tanışmadığımız Emir belki
de yalnızlığını gidermek ister onunla, kimbilir? Hikayenin bu kısmına getirilen açılım ve Tufan’ın “bu” denklemdeki yeri sorunsalı, kurguya gene heyecan ve merak kattı. Emir'in annesinin hikayesini dört gözle bekliyorum.
“Çöpsüz üzüm” Emir, Kemal’i de yalnızlaştırmayı
başardığını sanıyor. Ama Kemal yalnız değil ki. Emir Kemal’i kendi konumuna;
insanların sevmediği, dışladığı biri durumuna getirmeye çalışsa da aralarında
çok büyük bir fark var. Emir’in bir türlü geleceğinden umudunu kesmediği; Nihan’ın
aşkı ve desteği Kemal’e yarenlik ediyor. Onun yalnız kalmasına gönlü elvermeyen
“kurtlu” Nihan, gene takıldı peşine. En sevdiğinden gelen anlayış ve destek kadar
büyük bir güç yok Kemal için. Söylemiştim, başladıkları filmi birlikte
bitirecekler. Doğrunun da yanlışın da cehennemi aynı olabiliyormuş gerçekten;
Emir’in cehennemi. Kemal o cehennemden çıkmak için sırat köprüsünden geçmeyi
başardı. Şimdi Nihan’ın gelmesini bekliyor.
Yazı devam ediyor...