Ertan..Ertan’ın “Para verin gideyim!” şeklindeki inanılmaz sığ ve temelsiz fikrinden, bu hafıza kaybı ve tekrar hatırlama vesilesiyle vazgeçeceğini umuyorum. Zaten adamın en büyük isteği Selim’in babası olmaktı, daha onun kendi çocuğu olduğunu öğrenmemişken bile. Her ne kadar Zeynep’i de bir yandan bu şekilde etkilemeye çalışmayı düşünse de Ertan'ın ana motivasyonu Selim’di yani. Sözün özü; Ertan'ın intikam planı, bir yandan Selim'e oynamak şeklindeyken bir yandan da Fatih ile Zeynep arasına; "Arkadaşız biz.." kılıfını kullanarak nifak sokmak olacaktır muhtemelen. Bakalım gelecek bize neler gösterecek..
"Nefes nefese kalmış bir şekilde koşmaya devam ederken, kulaklarında sürekli aynı sesin yankılanmasını duyuyordu “Neredesin?”, “Neredesin?” birden arkasını döndü ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı, ama önünü bir türlü net göremiyordu, sanki göz kapakları ağırlaşmıştı, onları tamamen açamıyordu. Sağına baktı bir şey görmedi, soluna baktı yine bir şey göremedi, tek gördüğü karanlığın içinden seçebildiği uzaklardan gelen beyazlıklardı. Bunlar neydi bilemiyordu.. Bir insan mı? Bir eşya mı? Yoksa sadece ışık mı?
Bir şeyden kaçıyor muydu ? Yoksa bir şey mi arıyordu? Neden sürekli koşuyordu, bu konuda en ufak bir fikri yoktu, birkaç saniye bu şekilde durakladıktan sonra, gördüğü beyazlıklara doğru koşmaya başladı. Belirsiz bir süre boyunca hiç durmadan var gücüyle koşmaya devam etti, sonunda çok uzaklarda da olsa tam karşısında, büyük bir karanlığın ortasını köprü gibi yararak geçen beyaz bir ışık huzmesinin olduğunu fark etti. Sürekli etrafına da bakmaya devam ediyordu, ama başka hiçbir şey göremiyordu, "Lanet olsun!" diye düşündü. Gözlerini bir türlü tam olarak neden açamıyordu? O sırada karanlığı yarıp geçen beyaz ışığın bittiği noktanın ilerisinden gelen bir ses daha duydu, “Gelmeyecek misin?” Gözlerini iyice kısarak sesin geldiği yere baktı, ama net bir şey göremiyordu, iki eliyle göz kapaklarını açmaya çalıştı ama başaramadı. Sonunda sesin geldiği yöne doğru gitmeye karar verdi..
Birkaç adım ilerledikten sonra, birden kendini karanlığın içindeki o beyaz ışığın tam üstünde buldu. Beyaz ışığın bittiği noktada karanlık tamamen sona eriyor ve bembeyaz bir aydınlık başlıyordu. Doğru yolda ilerlediğini düşünerek birkaç adım daha atmıştı ki birden etrafın kıpkırmızı olduğunu fark etti. Telaşla etrafına baktı, aşağıya doğru gittikçe her yerin daha koyu kırmızı olduğunu gördü ve birden terlemeye başladığını da anladı. Buradan uzaklaşması gerektiğini düşündü, hemen orayı terk etmeliydi, bunun için ilk adımını attığında ise ayağında çok büyük bir acı hissetti. Kafasını aşağı indirip ayaklarına baktığında, iki ayağının da çivilerle yere sabitlenmiş olduğunu gördü, "Neler oluyor!" diye içinden geçirirken etrafında uçuşan siyah karartıları fark etti.. Çok yakınında olduklarını düşünerek onlara doğru elini uzattı, ama onlara dokunamadı. O sırada ellerine dikkatlice baktığında ellerinin de kanlar içerisinde olduğunu gördü, parmak uçlarından damla damla kan akıyordu, ardından kulaklarında tekrardan bir ses duydu “Kimsin sen?”, “Ben kim miyim? Ben, ben..” diyerek birkaç kelime etti, ama devamını getiremedi ve bir an düşündü “Kimim ben?” o da kim olduğunu bilmiyordu..
Delirmek üzere olduğunu düşünmeye başlamıştı ki tam da o anda vücudunda büyük bir acı hissetti. Göğsünden başlayarak aşağıya doğru inen bir çizgi gördü, acısı dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı, bayılacağını sandı. Gitgide büyüyen acısıyla birlikte yanık izlerinin vücuduna bir şeyler çizdiğini fark etti. Neye benzediğini anlamaya çalışıyordu, bu bir yıldız mıydı? O sırada tekrardan kulağında o sesi duydu “Neredesin?”.
Kafasını kaldırıp sesin geldiği yöne doğru baktığında, birkaç metre ilerisinde beliren kapıyı gördü. Şaşırmıştı, etrafına bakmaya başladı. Kapının hemen yanında bir lavabo ve ayna vardı, duvarlar beyaz fayansla kaplanmıştı. Tavandan aşağı doğru sarkan ufak bir ampul de vardı, "Banyodayım?" diye düşündü. O sırada vücudunda bir serinlik hissetti, çırılçıplak bir halde bir küvetin içindeydi. Hemen kafasının arkasındaki musluktan soğuk soğuk sular akıyordu. O an az önce yaşadıklarını hatırladı, elini göğsünün üstüne doğru bastırdı, ama canı yanmamıştı. Ayağa kalktı, aynadan kendine bakmaya çalıştı. Ancak bulunduğu yerden bakınca sadece vücudunun üst kısmını aynada görebiliyordu, göğsündeki izler yoktu, elleri kan içinde değildi, suyun içindeki ayaklarına baktı, çiviler gitmişti. Neler olduğunu anlayamıyordu, etrafa bakmak için dışarı çıkmaya karar verdi. Küvetten ayağını çıkarıp yere bastığı anda yine müthiş bir acı hissetti, ayağının altı yanmıştı. Yerlerin kıpkırmızı olduğunu gördü ve ani bir refleksle ayağını kaldırıp tekrar küvetin içine soktu, acısı anında geçmişti..
Birkaç dakika boyunca etrafına bakınmaya devam etti, "Buradan kurtulmanın bir yolu olmalı!" diye düşündü. O sırada küvet iyice doldu ve taşmaya başladı. Küvetten taşan sular yere değdiği anda sanki bir sobanın üstüne atılmışlar gibi sesler çıkararak buharlaşıyordu. Bu buharlaşmalar yüzünden, bir süre sonra etraf tekrardan inanılmaz derecede ısınmaya başlamıştı. Yine aynı acıları çekeceğini düşündü, tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordu. O yüzden hemen musluğu kapamaya çalıştı, ama su durmamıştı. Suyu kapamak için musluğu ne tarafa çevirmiş olursa olsun, musluğu çevirdikçe su azalmıyor aksine daha da artıyordu, “Allah’ım bu nasıl bir kabus!” diye düşündüğü an karşısındaki kapı açıldı. Yine aynı şeyleri görüyordu; karanlığın içindeki nereye gittiği belli olmayan beyazlıkları. "Bu bir tuzak olabilir mi?" diye düşündü, ikilemler içindeydi. Yere basmayıp suyun içinde kalarak dışarısı ne kadar sıcak olursa olsun en azından yanmayacağını biliyordu, hem belki de bu yol yine onu yanacağı yere götürecekti, bir türlü emin olamıyordu. O sırada kulağında yine o sesi duydu “Gelmeyecek misin?”, “Hayır!” diye var gücüyle bağırdı. Bunun üstüne kapı anında tekrar kapandı, önce ışık söndü ve her yer karardı, ardından etraf tekrardan ısınmaya ve kırmızılaşmaya başladı. Ayrıca göz kapakları yine ağırlaşmıştı, “Burada öleceğim” diye içinden geçirirken birden tavandan musluğa doğru giden su borularını fark etti. Zıplayarak tavandan geçen boruya tutundu ve var gücüyle asılmaya başladı, kırabileceğini düşünüyordu. Fakat, birkaç dakika boyunca uğraşmasına rağmen boruyu kırmayı başaramadı. Tekrardan küvetin içine oturdu, umutsuz bir biçimde burada hapis kaldığını düşünürken, boruların kapının oradan geldiğini fark etti. "Bunu nasıl daha önce göremedim?" diye düşündü. Borulara tutunarak, yere basmadan ilerlemeye başladı. O yaklaşmaya çalıştıkça, sanki kapı ondan uzaklaşıyordu, yine de pes etmedi ilerlemeye devam etti. Sonunda nerede olduğunu fark ettiğinde artık çok geçti. Küvetten çok uzaklaşmıştı, borular metrelerce uzunluktaydı ve hâla da kapıya yaklaşamamıştı. "Tuzağa düştüm!" diye düşündü ve kapıya asla ulaşamayacağına inanarak tekrardan küvete doğru hareket etmeye başladı. O sırada bir çatırdı duydu, tutunduğu su borusundan geliyordu, “Lanet olsun!” diye bağırdı ve borunun kırılmasıyla beraber aşağı düşmeye başladı.." *
Bitirirken..
Keşke her şey kötü bir kabustan ibaret olsaydı.. Uyandığımız zaman herkesi eskisi gibi bulabilseydik. Fakat ne yazık ki artık gerçek ile kabus birbirine girdi. Eskiden uyurken korkar, uyanıkken huzur içinde olurduk. Hayata dair umutlarımızı da uyanıkken canlı tutardık. Şimdi ise; ayaktayken korkan, uyurken huzur bulmaya çabalayan insanlara dönüştük..
*Hikayenin yazarı şahsımdır..
Valandil..