Doug, bu sezon da Frank'ın kurtarıcılığına soyunacağını ilk bölümden açıkça gösterdi.
Bu arada bölümün beni en çok vuran sahnelerinden biri Frank’ın gördüğü kâbusta Claire ile kavga ettiği, Claire’nin Frank’ı bıçakladığı sahneydi. Yanılmıyorsam dizide ilk defa böyle bir kâbus/sanrı sahnesi gördük. Ayrıca Claire’nin BM Büyükelçisi olarak atanmasının yarattığı fiyaskodan kurtulabilmek için bunun için Amerikan Temsilciler Meclisi’nde Teksas’ta bir adaylık düşündüğünü, bunun için çalışmalara başladığını görüyoruz. Fakat Doris Jones, kolay lokma olmayacağını, Först Leydi’nin her istediğini alamayacağını göstermesi Claire’nin planlarını bozdu. Meğer Claire Teksas’a annesini görmeye değil, Temsilciler Meclisi için aday olacak bölge bakmaya gelmiş.

Dizinin dördüncü sezonu hep bir kırıklıklar silsilesi olarak gidecek gibi duruyor. Claire’nin annesinin hastalığından haberdar olmaması, yıllardır arayıp sormamış olması… Birbirlerini görmemek için evin içinde adeta saklambaç oynamaları… Hep eksik, hep eğreti anne-kız ilişkileri, asla dillendirilemeyen sevgiler, sebebi belirsiz kırgınlıklar derken, bu acı olayın, medyaya yansıyan dedikoduları bastırmak için kullanılması…


Dizi ve filmlerde en gerilimli bulduğum sahnelerdendir şu kendi kendine duran peruk sahneleri (daha gerilimli şeyleri izleyemiyorum evet.) Kadıncağız kanser olmuş ayol...

Düşünsenize, Först Leydi’siniz, anneniz üç yıldır lenf kanseri fakat haberiniz yok. Eşinizin bir numaralı adamı bunu ortaya çıkarıyor, aşırı soğuk bir ortamda durumu öğrenip, annenizin hastalığını bir çıkarın parçası olarak kullanmak zorunda kalıyorsunuz… Yıkıldım. Claire’yi annesinden bu kadar uzaklaştıran ne olabilirdi? Claire gerçekten bu kadar taş kalpli olabilir miydi? Annesinin ne kadar üzülmüş olabileceğini hayal bile edemiyorum. Bölümün sonunda Claire’yi ağlarken gördük ve sonra annesini kucakladı. Annesinin sorduğu soru hâlâ kulaklarımda: “Benim için mi ağlıyorsun, kendin için mi?”


Kanser de olsa kaynana kaynanadır, ABD başkanının kaynanası da olsa kaynana kaynanadır. Bu karede kaynanayı Frank'ı paralarken görüyoruz. “Ben sana başkan olamazsın demedim, adam olamazsın dedim,” diyor.

İktidar sahipleri garip insanlar oluyor. Kızcağız ağlarken o duygu yüklü anda bütün kanseri, yılların ayrılığını unutup, Frank’a giydirmeyi görev bildi kendine Elizabeth Hale. Claire Frank’tan daha güçlüymüş ve ona haddini bildirmeliymiş. Hak vermediğim değil; Frank, biriciğimiz Claire'yi fazla küçük gördü, fazla ihmâl etti geçen sezon. Ve işte bu sözle, bir anda, modern bir klasik müzik eserinin arızalı bir notayla son bulan finali gibi bitiverdi ilk bölüm. Tadı damağımızda kaldı.

Bu final notasıyla dizinin “rahatsız edici gerçeklik” karakterine büründüğünü söylememiz yanlış olmaz. Önceki sezonlarda hikâyenin vurucu anlarının etkilerini artırmak için ekseriyetle kullanılan müzik ve ses efektlerinin bu bölümde daha minimal ölçülerde kullanıldığına şahit olsak da, bu hâliyle bile boğazımızda bir sürü düğüm bıraktığı bir gerçek.

Önümüzdeki hafta ikinci bölümün ardından görüşmek üzere, sağlıcakla kalın. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER