Direkt konuya giren insanları severim. O yüzden Akbar’ın hanesine bir artı puan yazdım. Fakat sonra Zaharyas’a, bizim bir tanecik kıymetli kötümüze köylü dedi ya o artıyı hemen eksiye çevirdim. Sensin köylü! Boris’in tırnağı olamazsınız. Yüce Efendi hiçbirinizi Boris’i zorladığı gibi zorlamadı. Söğüt’ün gölgesinde durup kendi gölgeniz sanıyorsunuz. Yine de “ömür kısayken sabır iyi bir şey olabilir mi?” sorusu gerçekten dikkat çekici. Mantıklı değil ama ilk anda insanı boşluğundan yakalıyor.
“Miloş mu, ben mi?” sorusunun meali aslında “seni hangimiz öldürsün?”dür. Efendi Cemil, İstanbul karşılığında tercihini Akbar’dan yana kullandı ama o kadar saf olduğunu hiç sanmıyorum. Keza Yüce Efendi de o kadar saf değildir. Böylesi bir durumda Sansar’ın yapacağı en sağlam hamle son ana kadar ikili oynayıp finalde kazananın yanında yer almak olacaktır. Başkası için söylemem ama Cemil’de bu kurnazlık fazlasıyla mevcut.
Hiçbir kanıtı görmek istemeyen Mustafa, Leyla’nın akıl oyunları sonunda suçunu itiraf eden Dadı’yı doğal olarak hap gibi yutacak. Hiç kimse sormadı, bu üyelerin en zayıfı bile günlerce çözülmezken durup durduk yere Dadı neden döküldü? Leyla’nın kadınlardan iyice korkmama sebep olan oyunlarının son perdesi evde yaşandı. “Mustafa inanmıyorsan öldür beni!” Tam bir çaresizlik örneğiydi. Öyle ki Mustafa şüphelenmeye başladıysa orada başlamıştır. Son derece gereksiz ve gerçekleşmeyeceğini bile bile yapılan bir zorlama, geri tepmeden başka bir işe yaramaz.
Kıymalı böreğin içinde soğandan başka bir şey bulamadığımda ben, biz, hepimiz.
Yukarıda "Ali şov" mu demiştik? Şovun hasını batakhanede gördük. Paşaya hatun beğendiremiyoruz. Bence onun derdi başka ya neyse şimdi ölünün ardından konuşmayalım. Padişah ibretlik infaz isterse Ali de namını böyle yürütür. Yalnız bir helal olsun da hakkaniyetine verdim. Kalktı, şovunu yaptı, sonra eğlenceyi kaldığı yerden devam ettirdi. E sonuçta onlar da ekmek yiyecek. Ali ardından “ekmeğime engel oldu” dedirtmez. İşte böyle delikanlıdır Bıçak Ali!
Abdülhamid’i anlarken onun Balkanlar’ı çoktan bıraktığı gerçeğiyle yüzleşmek biraz ağır oldu. Lakin Abdülhamid Han’dan da şüphe etmeyeceğimize göre Filinta Mustafa ve Bıçak Ali’nin tüm kahramanlıklarına rağmen memleketin nasıl da beter bir durumda olduğu gerçeği yüzümüze bir anda tokat gibi indi. Hani Filinta’yı görünce falan bi umutlanıyor insan ama yok arkadaş. Hüsran dolu, hüsran. Yaptığı tespitlerden görüyoruz ki Abdülhamid Han çok geç gelmiş, çok geç… Kanuni’den hatta Yavuz’dan sonra başlayan safahat ve gerileme döneminin başlarında gelse suyun yönünü değiştirebilirmiş ama şuan bir şelaleye karşı mücadele veriyor. Yine de aslan gibi mücadele veriyor.
Ben bu darbecilerden bıktım. Vallahi bıktım, billahi bıktım. Hani genelde Osmanlı ile ilgili bir “tiz kellesi vurula!” muhabbeti vardır ya, istiyorum ki Padişah da hiçbir şey düşünmeden “tiz kellesi vurula!!” desin ve vurulsun. Fakat işler öyle yürümüyor ne yazık ki… Daha doğrusu bizim öyle anlamamız gerekiyor. Zira darbe de yapmış olsalar bu paşaların devlet içerisindeki güçlerine henüz tanık olmadık. Sadece tahmin edebiliyoruz, hayal edebiliyoruz.
Yalnız Filinta bu konuda izleyiciye gerçekten güzel bir tahmin alanı açıyor. Padişah’ın karşısına geçip “sizi biz çıkarttık, biz indiririz” deyip Rüştü Paşa'nın hala mevkisinde takılabilmesi güçleri konusunda ciddi fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Bu arada farkında mıyız? Abdülhamid Han resmen muhtıra yedi. Sağlam sabırlı adammış. Abdülaziz olsa boynuna sarılırdı. İki Padişah arasındaki farkları böyle böyle görüyoruz.
Ne olsun Sultanım bu romatizmalar bitirdi beni..
Bu haftanın bölüm etiketi #AbdülhamidiAnlamak dı ama ne yalan söyleyeyim ben anlamaktan daha çok etkilendim. En çok etkilendiğim sahne de Rüştü Paşa’ya kükrerken hemen ardından Midhat Paşa’yla son derece sakin konuşabilmesiydi. Ben gerçekten de sinirlendi ve neredeyse kontrolünü kaybedecekti diye düşünürken o bunları hep hesaplı yapıyormuş. Cuntacıları da kendi içlerinde birbirine düşürmenin ilk adımını attı. İşte bu yüzden o devlet yönetiyor, ben ranini.tv CEO’su bile olamıyorum.
Adam koskoca Yıldız Teşiklatı’nın başı ama simit alacak parası yok. Bakın bu dramdır. İşte bu Abdülhamid’in ayıbıdır. Bıçak Ali’nin eşi zengin tabii hemen çıkarttı bozukluğu verdi ve Akbar’ın beter planı başlamış oldu. İlk bakışta Akbar sırf zevk için Ali’ye böyle bir acı çektiriyormuş gibi görünüyor ama aslı öyle değil. Onca şey Ali’nin aynı acıyı tekrar yaşamaktan korkmasını sağlamak için yapılmış.
Perişan ettiler Ali’yi be… Ali evi görünce çöküp kalmış, biz de ekran başında çöküp kaldık. Kötülük bu kadar da fazla olmamalı diyor insan ve inanmak istemiyor. Twitter’den dizinin yapımcısı ve Es Film’in patronlarından Yusuf Esenkal yetişmese o 10-15 dakika nasıl geçerdi bilmiyorum. Var olsun. Onun içimizi rahatlatması sayesinde acıdan kendimi biraz kurtarıp sahnenin geneline bakma fırsatım oldu.
Mustafa’nın o halini ve Ali’ye ulaşma çabasını gerçekten beğendim. Oyunculuğu ile beni etkiledi ve Mustafa’ya ancak bu andan sonra ısınabildim. Ali’ye zaten bir şey demiyorum. Tanju Çolak rövaşatadan gol attığı bir sezonda “yılın golü” ödülünü başkasına vermişler. İtiraz edince de “sen zaten bu golleri hep atıyorsun” demişler. Bıçak Ali, Tanju Çolak’dır arkadaşlar. O bu tür ağır sahnelerin altından hep kalkıyor. Hem de çok rahat kalkıyor.
-: Vallahi bu plan da tutmazsa bir kurşun falan döktürelim. +: Gerek yok efendi Akbar, Bıçak Ali bize kurşunu döker zaten.
Akbar, Bıçak Ali’ye böyle bir oyun oynayarak kazan-kazan taktiğini uyguladı. Mustafa’yı öldürürse önündeki en büyük engelleri kalkmış olacak. Öldürmezse, hayatının aşkına seçtiği erkeğin güya gerçek yüzünü göstermiş olacak. Halbuki Ali, Mustafa'yı öldürüp gelse benim tanıdığım Süreyya esas o zaman Ali’yi asla affetmezdi. Çünkü sevdiği adam öyle bir adam değil. Bir kaç sahne boyunca “Ali niyeti bozuyor mu?” anı izledik ama zerre şüphe etmedim. Ali gerekirse kendi kafasına sıkar ama yine de aklı başındayken Mustafa’ya bir şey yapmaz. Nitekim atlardan indiklerinde gülen yüzleri bizim de yüzümüzü güldürdü. Muazzam, insanı kıskandıran bir dostlukları var. Bu arada müjdeyi de aldık. Nur Fettahoğlu yakında çekimlere başlıyormuş. Gelsin de hepimizi asaletiyle bir dövsün yaa vallahi özledik.
Yüce Efendi kontrolsüz hareketlerinden dolayı Akbar’a kızarken elini kolunu sallaya sallaya Rüştü Paşa’yla görüşmeye gitmesi şok ediciydi. Teklifin ne kadar iyi olursa olsun, bu özgüven değildir. Bunun adı çaresizliktir. Akbar ve Miloş birbirlerini, dolayısıyla teşkilatı iyice zayıflatıyorlar. Bu zaten belliydi ama Miloş’a bu riski aldıracak kadar bir zayıflama olduğunu düşünmüyordum.
Şaşırdığım bir diğer nokta ise Rüştü Paşa’nın Miloş’u karşılama ve konuşma şekliydi. Bu adam nereye çalışıyor yahu? Sözlerine, davranışlarına bakarsan göz hareketlerinden bile hainlik damlıyor ama Yüceler Meclisi’ne çalışmadığı ayan beyan ortaya çıktı. Osmanlı’ya ne gibi bir kastı var? Yoksa sadece güç tutkunu mu anlayamadım ama bu sahneyle beraber Rüştü Paşa özellikle ilgimi çekti. Derdini anlayabilmek için artık daha da dikkatli izleyeceğim. Miloş efendi Mustafa’yı satmaya gelmiş. Karşılığında da ufacıcık bir ricası olmuş canım çok mu? Değil, hiç değil..
Düşünüyorum, öyleyse kötülük yapabilirim.
Farah derinlere indi demiştik. İkinci yüzleşmede Şemsettin Ulvi adını alır almaz soluğu yine kütükte aldı. Hayır, Farah’ın kütüğün yolunu bulduğunu biliyorsunuz da siz niye duruyorsunuz? Neyse durmaları iyi olmuş ki Şemsettin Ulvi’den tuttukları ipin ucu Miloş’a kadar ulaştı. Bölüm boyunca ikna olmayan Mustafa’nın da daha Farah açıklamayı tamamlamadan “Miloş!” demesi garip oldu doğrusu. İki bölümdür Mustafa olmayacak yerlerden olmayacak anlamlar çıkartıyor ya da benim aklım artık Mustafa’ya yetmiyor. Bilemiyorum…
O, ağları örerken karşı taraf da boş durmadı tabii... Vallahi Garbis’i severdim de bu iftirayı attı ya içimde bir şeyler öldü. Farkında mısınız bu kavga çok pisleşmeye başladı çok… Garbis en az 4 taklalı bir dövüş sahnesi yapmadan onu affetmem pek de mümkün değil. Şimdi, Mustafa hastaneye koştu ve nasıl bir şanstır ki Leyla’yı panzehir elindeyken yakaladı. Garbis’in attığı iftirayı ise herkes duydu. Bölüm başından beri avcı olan Farah bir anda av oldu. Gelecek bölüm ne olacağını artık kestiremiyorum ama Farah zekasıyla o iftiradan kurtulacaktır. Bunu adım gibi biliyorum.
Filinta 50. Bölüm son derece dolu ve karmaşık bir şekilde bitti. Açıkçası Filinta’yı yazmak her zaman keyifli ama bir o kadar da zor oluyor. Aynı anda o kadar çok gelişme oluyor ki bir zaman akışına düzgünce oturtmak güçleşiyor. Bu yüzden nolur şu bölümlerin içini biraz boşaltın yahu... Böyle her sahne sonunda oyuncuların yüzüne tek tek zoom falan yapın. 30 paragraf sürdü yazı bana da yazık, okuyana da yazık yahu! Bu kadar sağlam iş çıkartılmaz ki canım...