Bu eksikliğin üzerine, Defne ile
yemek sahnesi geçiştirilen, hatta Defne’ye başka bir yemek ısmarlamak konusunda
ısrar etmeyen Ömer “the centilmın”ın, tutup Gallo’ya yiyecek getirmesi özeni ve
absürtlüğü ile çekilip sunulan Ömer-Gallo sahnelerini de ekleyince bu kanaldaki
rotamı şaşırıyorum. Fikret Ömer’den etkileniyor bu açık. Hangimiz
etkilenmiyoruz ki zaten?^^ Şaka bir yana benim açımdan mühim olan Fikret’in
hisleri değil. Ömer’den etkilenip de onu kendine aşık etmek için bir haltlar
karıştıracak mı, orasını da bilemiyoruz daha ki şu an için ilgilenmiyorum bu
durumla. Beni, Ömer’in Fikret karşısındaki duruşu, bakışları ve onunla girdiği
paylaşım ilgilendiriyor. Bakışları toparladık neyse ki. Ama Defne ile Ömer
arasında olmamasına hayıflandığımız iletişim, günlük de olsa konuşmalar, basit
paylaşımlar, DefMer’den kısılıp da Fikret ve Ömer arasında, bölüştürülünce,
sanki öykümüzün başat güçleri onlarmış gibi özenli bir çekimle bu atmosfer
yaratılınca ekran karşısındaki bir izleyici olarak neden bu yola girdiğimizi
sorguluyorum. Eski yolumuzun manzarası da güzeldi, asfaltı da düzgündü. Neden
bu sapağa girdik?
İçim, ey içim. Bu
yolculuk nereye?
Yine bir şehrin
ölümünü başlatır gibisin.*
Mesela en sevdiğine, sevgilisine (kız
arkadaş değil, evet!!) karşı kalkanlarını indirmeyip, onu bile güvenmiyorum
diye terk eden adam, Gallo’ya çok mu güvenmişti ki yalan söylediğini anlayınca
bu kadar tepki gösterdi, evine kadar gidip hesap sordu? Bir yanım, Ömer yalan
ve kandırılmak konusunda biricik aşkı Defne’ye bile anlayış
gösterememişken, Gallo’nun bu hamlesini sakince karşılayıp onu anlamaya çalışsa
daha çok bozulacağımı, bu nedenle de bu çatışmanın iyi olduğunu söylüyor. Diğer
yanım ise zaten hayatını insanlara güvenmek üzerine kurmamış olan Ömer’in
tepkisinin ve öfkesinin gereksiz “büyüklüğünden” rahatsız oluyor.
Ve işin kötüsü ne biliyor
musunuz? Ömer’in bu “yalana” sinirlenip gidip hesap sorarken bunu finansal
darboğazdan çıkmak için defile yapmaya ihtiyacı olan biricik şirketi,
gözbebeği Passionis için mi yapıyor yoksa şahsi olarak iki günlük Gallo’ya
güvendi de onun "kendisini" yanıltmış olmasına içerliyor bundan emin olamamak! Gerek
çekimlerin özeni ve sahnelerin “doluluğu” nedeniyle, gerekse de yaratılan
ambiyans yüzünden oluşan bu ikircikli durum karşısında zihnim de böyle
ikilemde kalıyor işte. Gallo, karakterine yüklenen tutarsız özellikler ve
huylar ile benim için de müthiş bir hayal kırıklığı ama Ömer’in kendisine dair
ne tür bir hayalleri vardı da bu kadar yıkıldı orasını kestiremiyorum. Bu
alanın özellikle flu bırakıldığı hissiyatındayım, lakin yol yorgunu seyircinin
zihninde, özenle yaratılan karakterle çelişeceği için asla evet diye
yanıtlanmayacak, “Ömer Gallo’ya karşı bir şeyler hisseder mi” sorusunu
yaratmadan önce keşke mola verip bir bardak demli çay içseydik de o
yorgunluğu biraz atabilseydik üstümüzden.
Hayal kırıklıklarımızın milli
marşı "Muhtemel Aşk" şarkısı da aynı soruyu soruyordu. “Yolculuk nereye?
Dinlemeden kendimi…” Belki artık biraz kendimizi dinleme, özümüze dönme vakti
gelmiştir. Manzaranın güzelliğini izledik, ikramlıklarımızı yedik. Ancak yol
arkadaşlarımız Defne ile Ömer olmadan bu yolun keyfi çıkmıyor. Dilerim varmak
için yola çıktığımız, “bir şehrin” ölümünü başlatmadan daha güzel yollarda
seyreyleriz.
*
Cahit Zarifoğlu