"Ayh”larım başıma, ne taraflara doğru bayılsam bilemedim. Bölümün
alt metni Nihan ve Serdar’ın doğurganlık sendromu olduğundan mıdır bilinmez, doğuracak
kadın gibi resmen sancılar bastı her yanımı. Geçen hafta gündemimizi bilfiil
işgal eden Ömer’in iç kanırtan bakışlarının yerini, maalesef ki bu hafta da
bölümün tepeden tırnağa giyinip kuşanmakta bir sakınca görmemiş olduğu “saçma”lığı
alacak gibi duruyor.
Ömer’i geçen hafta bir duvardan alıp ötekine çarparken hiç
acımayan yanlarım, eve geldiğinde Defne’yi toparlanmış gider bir vaziyette
gördüğü vakit de aynı şekilde bir gram olsun sızlamadı bile. Aslında geçen
hafta yeterince dışa vurup öfkemi kustuğumu düşündüğüm Ömer İplikçi’ye bir
yandan hala ve hala daha içten içe o kadar kızgınmışım ki bütün bir hafta dizi
ile ilgili neredeyse hiçbir şeye bakmadım desem yeridir. Ömer’in yüzünü görmeye
tahammülüm yoktu deyim yerindeyse. Kendisini affettirmesini çok istemiştim ama
kısmet değilmiş..
Geçen hafta belli bir amaç doğrultusunda diziye dahil
edilmiş olduğunu düşündüğüm “bayan” Fikret Gallo’nun, aslında çoktan bitirilmiş
bir tabloya sonradan eklenmeye çalışılmış ve hiç de başarılı olunamamış bir
figürcük gibi ortada öylece sırıtıp kaldığını düşünüyorum. Silsen silemezsin de,
fırça tuvale değmiştir bir kere. Silmesen gönül razı değil… Of ki ne of! Sonra sanki
resim bu haliyle de zaten yeterince berbat olmamış gibi alırsın o figürün eline
hop bir Simurg çizersin. O artık sadece marka sahibi Fikret Gallo değildir. Geçmişte
hayatımızın akışını değiştirmiş, ölüm döşeğindeki annemizle aramızı düzeltmiş
Ayşe’dir de aynı zamanda. Sonra çok aramışızdır bir de biz onu ama izine tozuna
rast gelememişizdir. Çünkü Ayşe o sıralarda Amerika’nın çamaşırhanelerinde
konaklıyor ve bulaşık yıkıyordur. Ne kadar da dokunaklı arayıp da bulamama ve
sonra bir gün ansızın hiç beklemediğin bir anda kavuşma hikayesi, öyle değil mi? İnan olsun yığılıp
kalacağım bir köşede…
İnsanın içini gıcım gıcım gıcık eden bütün bu şeyler olurken bir kabulleniyorsunuz, "Bunlar olmazsa da olmaz ama..." diyorsunuz ancak maalesef ki neden diye sormadan da edemiyorsunuz. Neden Defne’nin
evinden gitmiş olması Ömer’de yaprak kıpırdatmadı mesela? Neden “Ben kesin bir
şeylerimi unutmuşumdur.” diyen Defne, Ömer’de bir şeylerini unutmadı da Ömer
onları görünce içi toz toprak olmadı? En basitinden keşke Ömer Defne’nin 2
hafta boyunca başını koyup kokusunu zimmetlediği yastığa, aynı 20. bölümdeki gibi
sarılıp sevdiğini umduğumuz kadının kokusunu içine çeke çeke uyusaydı da bari
onu görseydi bu gözler...
Az
önce sevdiğini umduğumuz mu dedim ben? Oh ne de güzel söyledim sefam olsun.
Gözüm işten başka bir şey görmüyormuş gibi çek knk...
Ömer'i anlamak benim için hep zor oldu. Halini tavrını
yorumlarken neredeyse hep iki kere düşündüm. Geçen hafta Gallo'ya bakışları da
beni bir sürü ihtimale bölmüştü mesela ve ben hala o ihtimallerle baş başayım.
Ne yazık ki benim açımdan buna bir açıklama getirilmedi. Ömer niçin öyle
bakmıştı? Gallo’nun serseri serbest stili hoşuna gittiği için mi yoksa onu kendi
yöntemleriyle de olsa (köpek öldüren bakışları ve tekinsiz imalarını kast ediyorum) beraber iş yapmaya ikna edebilmiş olmak için mi? Şayet ikinci
seçenekse bir hayli başarılı oldu gibi duruyor şimdilik.
Ancak beni korkutan bir başka şey oldu bu bölümde. Herkes Gallo
ile resmen tanıştı ve bu tanışan herkes Ömer’e Gallo’yu anlattı. Ve yine istisnasız
herkes “Sen sevmezsin ama..” diye de ekledi. Tamam sadece Defne ve Sinan dedi
ama olsun. Laf arasında söylenmiş gibi bir imaj çizilse de içime bir kurt
düşürmedi değil. Kurt bu, düştü mü de insanı yiyip bitiriyor işte…
Yazı devam ediyor..