“Özlemek insanın neresinde
yaşar? Bulup çıkarabilseydim keşke. Bırakıp bir köşeye, kaçabilseydim.
Çıkardığım yerlerime sensizliği doldurabilseydim.”* Hâlbuki ilkyardımda ana kurallardandır; bir yere bir cisim batmışsa çekip
çıkartmamak gerekir. Zira battığı yerde bir tampon vazifesi görür ve
çıkartıldığı zaman kişi belki de kan kaybından ölebilir. Özlemek kanında
yaşar insanın, oradan tüm organlarına, hücrelerine yayılır. İstesen de
söküp atamazsın. İnsanoğlu, hiç damarlarında kan olmadan yaşayabilir mi veya
alyuvarlarıyla akyuvarlarını ayrıştırabilir mi? Peki ya Nihan, damarlarında
zehir gibi gezinen Emir'in panzehiri Kemal’den ve onun aşkından vazgeçebilir mi?
Emir’in onları
kapattığı karanlık dehlizlerde hem kendilerini hem de birbirlerini kaybetmiş iki
aşık; Kemal ve Nihan... Nihan evlendiğinden beri sadece fiziksel olarak
sürdürüyordu varlığını, hayatını devam ettirmek için fonksiyonel olarak ihtiyaç
duyduğu şeyleri yapıyor; nefes alıyor, yemek yiyor ve resim çiziyordu. Kemal
tarafından hala daha sevildiğini hayal ederek 5 koca yılı, onca özlemine ve
acısına rağmen böyle yaşamıştı muhtemelen. Buna yaşamak denirse tabi. Şimdi ise
deli gibi sevildiğini biliyor, bilmek hayal etmekten bir parça daha güzel
elbette. Onları bir sonuca vardırmasa da avucunda tuttuğu, kalbinde sakladığı
bu bilgi güç veriyor. Ne olur yani sadece bunu duysa biraz da kulakları?
Gerçekler bazen fazla derin yaralar açmıyor mu? Yalan olduğunu bildiğimiz
yalanları biraz bastırsak üstlerine kime ne zararı var ki?
Yüzünü dökme küçük kız.
Kemal ise
ruhunun gezindiği havasız ve karanlık yeraltına bedenini de mahkum etmiş
yıllarca. Madenleri unuttuk diye üzülüyordum meğerse bir sebebi varmış. Kemal öncelikle
intikam arzusuyla kendini serin yeryüzüne atmışken, içine çektiği oksijen en az
aşkı kadar yaktı ciğerlerini. Şimdi o karanlığa bir daha dönmemek, yeniden yeraltına
girmemek için bu kadar çırpınıyor. Yılmadan, vazgeçmeden… Bir minicik
pırlantanın ışığı aydınlatabilir mi yollarını, o ışık tünelin sonundaki umut
ışığı olabilir mi acaba?
Sanki o beş koca yılı ayrı ayrı devirmiş
olan onlar değilmiş gibi akşamdan sabaha özlüyorlar. Şımarıklıktan değil o, cidden alışınca zor oluyor ki insan kötü yaşam
koşulları içinde, zamanla bir hayat kurabilirken iyi şeylere oldukça çabuk
intibak edebiliyor. Neyse ki ara bulucu köpek Köpük var. O da garibim, Medcezir’deki köpek Safari gibi bir kur ve yakınlaşma aracı olarak kullanılacak
sanırım bundan sonra.
Emir'i kovalamak için bir de anne terliğini deneyeyim, belki işe yarar.
Kemal, Emir'in bir hayvan olmadığını
söyledi ya, yanıldı aslında. Emir kesinlikle köpekgiller familyasından. En az
bir tilki kadar kurnaz, kurt gibi her işini kendi yaptığı için ensesi kalın ve
bazen de oldukça çakal. Bu adamın bu zekası, elbette ki iyiye evrilmiş haliyle,
gelecek nesillere aktarılmalı. (Nihan’dan değil tabi ama neyse uygun bir aday
bakarız ileride.) Nihan ve Kemal, Emir’in kurduğu oyunun içinde kazanmaya
uğraşıyorlar. Bir süredir bölümlük kurguda Kemal daima Emir’i faka
bastırıyordu. Meğerse bunlar sadece aldığı bazı taşlarmış. Ama şimdilik bu elin
galibi Emir Kozcuoğlu’dur nokta net!
Karşımızdakinin Emir Kozcuoğlu
olduğunun farkındayım, fakat böylesi bir oyun da beklemiyordum. İzlerken
zekasından ürktüm, lakin bir o kadar da etkilendim yalan yok. Bu kadar geniş
oyuncu kadrosuyla ve geniş bakış açısıyla böylesi bir plan kurmak güçlü bir
analitik zekanın ürünü olabilirdi ancak. Adamın tipi de zeki gösteriyor
zaten.^^ Her şeyin yolunda gitmesi halinde tıkır tıkır işleyecek ve işe
yarayacak bu kadar çok sonuç doğuran bir düzenek kurmak büyük başarı. İşlerinin
yaver gittiğini de kabul etmek gerekir tabi. Özellikle Karen’in o silahla bir düzgün
ateşi veya Tarık’ın bir anlık vicdan muhasebesi her şeyi tepetaklak da
edebilirdi.
Kemal’in
Karen’i yapayalnız bırakması savunmasında verdiği büyük bir boşluktu. İyi kötü,
en azından Zehir’in tanıdığı bir iki adamın başına dikilmiş olması lazımdı. Gerçekten de ortalık ava giderken avlananların hikayesiyle dolu. Bunların başında da şu an için Kemal geliyor maalesef. Yalnız Emir’in kurduğu; tarafların ellerine silahları
verip, karışan ortalığı büyük bir şaşkınlıkla seyrediyormuş gibi yapmak ve "düzelttiği" işlerle alkış toplamak planı da bana çok tanıdık geldi. Kendisinin
de dediği gibi “zamanlama manidar”…
Yazı devam ediyor..