Yalnız o gardiyana bir şey olmazsa vallahi çatlarım! Tamam Game of Thrones’e benzemeye başladı dedik ama o kadar da benzemesin. Çerkes Hasan’ı nasıl ezmişler öyle… Bizde böyledir. Devletimiz iyi hoştur ama ezmeye görsün, fena çiğner. Allahtan işkence sahnelerini fazla uzatmadılar da sesini kısmak zorunda kalmadım. Yine de o kerpeteni görmek yetti. Neyse…
Darbe sonrası dört bir yana dağılanlar yeniden bir araya geldikçe planlar da belirginleşmeye başladı. Bu sefer planları Mustafa’dan ziyade Şehzade Mehmet yapar gibiydi. Tahta çıkacak bir Padişah’a saygı duymamız için onu yüceltmeleri gayet doğal bir hamle. Çerkes Hasan ve Ruhi Paşa’yı kurtarmayı düşündüler. Feriha Nur istihbarat için gazeteye gittiğinde ödüm yüreğime karıştı. Zaten durduk yere gülümsemesinden korkuyordum. Her an bir ihanet bekledim ama gelmedi. Onun yerine Ruhi Paşa’nın ölüm haberi geldİ. Maşallah Osmanlı’ya istihbarat başkanı dayanmıyor. Ruhi Paşa bizlere ömür.. Naşit Özcan’ın yolu açık olsun. Ruhi Paşa karakteriyle bence gayet güzel bir performans sergiledi. Özellikle karakterin “baba” kısmının hikayesini uzun süre unutabileceğimi sanmıyorum.
Ruhi Paşa’nın ölümü Filinta Mustafa’yı biraz da olsa dağıttı. Kendiyle hesaplaşması mı diyeyim, kendini haklı çıkartmaya çalışması mı diyeyim bilemedim ama bu Mustafa’da ilk defa tanık olduğumuz bir haldi. Mustafa bu zamana kadar hep kendinden emindi. “Bilseydim yine yapardım” sözünün muhasebesini yapmak lazım. Farah ile Padre arasındaki fark nedir? Kadı Gıyasettin’i Padre mi öldürdü? Yoksa içerideki ortamı hazırlayarak Farah mı öldürdü? Padre ölümü hak ederken, Farah neden hak etmiyor? Farah, Padre’den daha kötü bir asker olduğu için esir düşerek erken caydığı için mi daha affedilebilir? Farah ki, Yüce Meclis’e inancı hep kırık olan bir savaşçıyken dahi kolay kolay bir şeye ikna olmamışken Padre’nin üç söze ikna olmaması mı öldürülmesini meşru kılıyor? Hayır! Farah ölümü hak etmiyor çünkü Mustafa ona aşık. Padre ölümü hak ediyor çünkü Mustafa ona aşık değil. Ne güzel adalet be... Vallahi verilmiş sadakan varmış Mustafa. Yoksa o Ruhi Paşa bir gün karşına dikilir ve "bu işin adalet terazisi yanlış tartıyor arkadaş!” derdi. O da diyemeden gitti.
Plan mı? Ön kapıdan dalıyoruz, ağızlarını burunlarını kırıyoruz!
Feriha Nur bir bilgiyle daha geldi ki o da Çerkes Hasan’ın hastaneye sevk edilmiş olmasıydı. Şanslarını denemeden olmazdı ve Yüce Efendi de bunun gayet farkındaydı. Ali elini kolunu sallaya sallaya baskına gitti ama boş döneceğini hem tarihten hem de fragmandan biliyorduk. Tek korkum Ali’ye bir şey olmamasıydı ki pencereyi açıp kaçmak yerine neden yıkıp geçtiğini anlamasam da kaçmasına sevindim doğrusu. Yüce Efendi’yi geçtim, bu beceriksizliğe Garbis bile fıttırdı. Meğer ben onu, çok kızdığında olduğu yerde takla atar falan diye hayal ediyormuşum. Kendi hayalimin kırıklığına uğradım.
Tüm bunların içinde bir de köstebek meselesi var tabii… Sadece Ali, Mustafa ve doğal olarak Şehzade’nin bildiği mekanı Yüceler Meclisi nasıl öğrendi? Yukarıda da değindiğim gibi bu soru beni de ikilemde bırakmıştı. Feriha Nur mu, yoksa Leyla mı söyledi? Feriha Nur, Ruhi Paşa ve diğer haberleri getirdiğinde Yüceler Meclisi’ne çalışmadığından emin olduk ama ne yalan söyleyeyim gidip de gelene kadar çatladım. Tek zanlı olarak Leyla ortaya çıksa da yine ona kondurmadılar ama bu dev bir adımdır arkadaşlar. Bundan sonraki ilk şüpheli hareketinde Leyla yakayı ele verir.
Bekri bari sen gitme olm ben geceleri karanlıktan korkuyorum!
Feriha Nur’un evine o kadar insan toplanmışken bir baskın olmaması imkansızdı. Nitekim Leyla’nın ve onu takip edenin vasıtasıyla baskını güzel bağladılar. Fakat benim anlamadığım o araba herkesi aldı da bi Ali mi fazla geldi? Hem güvenli değil deniyor hem Ali bırakılıyor. Aklımda Titanik batarken tonla adam alabilecek filikalara zenginler rahat etsin diye yarısının yarısı kadar adam alınması geldi.
Tamam, anlıyorum, Ali onların eline geçmeliydi. Zaten Mustafa öldükten sonra handa yediği ilk baskında, ardından bu bölüm yediği iki baskında da Ali’nin başına bir şeyler geleceğini anlamıştık. Bir insan bu kadar sık baskına uğruyorsa başına bir gelecek vardır. Fakat Ali’yi ele geçirmeleri sonucuna bağlanan sebebi ne yazık ki beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Neyse ki Ali ölmediği için daha fazla uzatmıyorum. Ölseydi de görseydiniz burdan Boris Zaharyas gibi nasıl da kükrüyordum.
Maşallah Feriha Hanım sizde de ne kiler varmış kaç gündür yiyip içiyorlar..
Daha önce Feriha Nur’un, Yüceler Meclisi’ne çalışmadığını anlamıştık ama Şehzade o kadar insan içinde “Meşrutiyeti ilan ederim sonra nasılsa defterini dürerim” deyince işler değişti. Akabinde gelen röportaj aracılığıyla paşalara ulaşma fikrinin Feriha Nur’dan çıkması beni tekrar tedirgin etti. Sonuçta bu kadın tam bir hürriyet sevdalısı. Kızına bir şey yapılmaması kaydıyla hürriyeti korumak için pekala Şehzade’yi satabilirdi… Satmadı. Hiçbir şey yapmadığı halde beni bu kadar korkutmayı başaran bir, ikinci karakter daha yok. Aşk-ı Memnu’da da kendisinden tedirgin olurdum.
Feriha Nur oraya gittiğinde Yüce Efendi’nin bizzat olaya dahil olması bilin bakalım neyden kaynaklanıyor? Tabii ki paniiiiik! Şehzade ile Ali’yi takas etme çabası ise paniğinin artık zekasını da gölgelediğini gösteriyor. Bu adam, eşinin başına silah dayanmışken Padişah’ı satmadı şimdi Ali için mi satacak? Ali tabii ki Mustafa’nın gözünde daha kıymetli ama Yüce Efendi'nin şunu çoktan anlamış olması gerekirdi. Filinta Mustafa’nın gözünde vatandan kıymetlisi yok. Belki Farah… Bilemedim bak şimdi.
Zamanında az buffalo sürüsü gütmedim north Dakota kırsalında...
Bölüm başlarında Çerkes Hasan’ın ezilmesini izlemekten kurtulduk ama Ali’ye yakalandık. Cem Uçan muazzam bir oyuncu. Üstüne ne yüklenirse yüklensin “bu kadarcık mı?” der gibi o yükün altından kalkıyor. Geçen bölümki ağıtında da bu bölüm işkencesinde de çok inandırıcıydı. Omzuna adamların ayaklarını koymaları, fırlatıp atmaları çok canımı yaktı. Fakat belli ki orada olay kopuyor ve en azından takasa giden Padişah oradan sağ ve özgür çıkacak. Yine de Ali için korkuyorum. Baba olacak ve bu ara pek sık ölüme yürüyor. Aman diyeyim Es Film ne olur Ali’mize dokunma…
Çerkes Hasan’ı özellikle sona bırakmak istedim. Zira iki bölümlük performansıyla gönlümüzde taht kurmayı başardı. Çok çekti ama mahkemede yine dimdik karşılarına çıktı. Hiç kimseden lafını sakınmadı ve herkese cevabını çaat çaat verdi. Asılmaya giderken de tereddütü yoktu. Geçen bölüm Ruhi Paşa ile ilgili de dedim ya sen davanda haklıysan o iskemleye gururla çıkarsın. Çerkes Hasan alıntılanabilecek çok laflar etti ama son lafı hepsinden değerliydi. “Uğruna öldüğümüz bu vatanın torunları bir gün bizi anlayacaktır.” Filinta da o çocuklardan oluyor.
Sana da güle güle, Mustafa'ya çektiği ilk restte devrilen ama hala bunu anlamayan Padişah Abdülaziz Han.
Filinta 47. Bölüm hem hüzünlü hem de karmakarışık bir şekilde bitti. Fragman içimize bir nebze su serpse de neler olacağını tahmin etmek çok güç. Bu arada Bülent Alkış’a da veda etmek lazım. İlk sezonu izlemedim ama ikinci sezondaki performansın nefisti. Hüznü de, öfkeyi de, bir padişahın sahip olması gereken asaleti de öyle güzel yansıttı ki hayran kalmamak elde değildi. Son ana kadar hangi padişahı oynadığını seyircinin anlayamamış olmasında bence en az senaryo kadar katkısı vardır. Gerçekten büyük oynadı ve görkemli bir şekilde veda etti. Yolu açık olsun, ayağına taş değmesin.
Haftaya görüşürüz...