"Vay arkadaş ya!" diyerek başlıyorum, izninizle! Geçtiğimiz
hafta Sado’nun helvasını kavuracak kadar öldüğüne inanmıştım. Ama öldürmeyen
senarist yine öldürmemiş.. Fragmanda "yaralı ölmedi" laflarını duyunca, yalan yok
sinirlendim. “Nasıl ölmez, bizimle dalga mı geçiyorlar" adam kevgire döndü diye söylendim.“Sadrettin’in kurtulması benim için mucize değil, biilim kurgu olur." demiştim hatta. Hastane sahnelerini izlerken de bu fikirdeydim. Ben kendi
kendime olayları oturtmuştum. Sadrettin ölecek, koltuğu 3. Poyraz alacaktı. Ben
ki Sadrettin’in en büyük sevenlerinden biri olarak, o sahnelerden sonra
ölmesini istedim. Takır tukur yediği kurşunlardan sonra Sadrettin yaşarsa, gerçekten
kırılacağım. Madem öldürmeyecektiniz, bizi de geçen hafta boşuna
ağlatmasaydınız. Neyse bu hışımla devam edeyim ben.
Çarşı zaten fena halde karışık, ancak bizimkiler bir adım atmak için bin düşünüyorlar. Sonuç ne? Hüsran. Poyraz desen ayrı dünyalarda, teoride artık acımasız Poyraz ama pratikte Ayşegül diye ağlaşıyor, ortalıklarda. Poyraz’ın içindeki karanlık ortaya çıkıyor, tarafını seçti,
artık o bir “dark side” diyoruz demesine ama Poyraz içindeki bu kötülük gücünü
daha nereye kadar taşıyabilecek bilmiyorum. Yetişkin bir Türk dizinin hastanelerdeki olmazsa olmazı, "Bunu söylemek için daha çok erken, durumu çok kritik, ama Allah'tan ümit kesilmez" repliğini 9385275. kez duyduğumuza göre de, haydi biz de evimize gidelim. Ya da durun Songül'e uğrayalım bir.
Songül. Koca Songül. Foyaları teker teker ortaya çıkmaya başladı ve Songül'ün sanırım tek bir canı kaldı. Hasan Yağmur meselesi ile birlikte kaplumbağalar Songül için depar atacak kıvama gelecek. Bilmem kaç bölümüdür, şeytanın dünya
şubesi dedik, fettan dedik. Dedik de dedik. Ama bu bölüm iyi ki Songül’den
kendisini dinledik. Anlattıkları onu
sütten çıkmış ak kaşık yapmasa da, bu bölüm “Songülce” baktım, onun
hayatına. “Anadan doğma” böyle olmadığını, ancak zorunda bırakıldığını samimice
dinledik ondan. Ümran’ın tam bir “ahretlik”
gibi davranmasına ne kadar sevindim, anlatamam. Yaa işte Songül bile olsan,
çayına püskevit batırıp derdini anlatmak isteyeceğin birine ihtiyaç
duyuyormuşsun. Biz şimdiye dek kötülüklerine o kadar konsantre olmuşuz ki,
Songül’ü Songül yapan nedenleri önemsememişiz bile. Ah be Sado, arkandan konuşmak gibi olsun ama sen de az
çektirmemişsin şu Songül’e.
Ayşegül ve hayatındaki bela dolu erkekler
Ayşegül demişken bir kırgınlığım da ona. Evet, sorgudayken oldukça iyi bir iş çıkardı. Tüm
yaşadıklarını adeta yuttu. Ama çıkışta Poyraz’a “O bebeği sayende bir kez daha
aldılar” demeye ne gerek var? Bence siz yatın kalkın Poyraz’ın kafasına
sıkmadığına dua edin. Adamın elini attığı her şey yok oluyor, bence yakında
kendini de kaybedecek zaten de, hayırlısı...
Peki ya dertler kervanı Bahri Baba? Adamcağız torun sevip, sudoku çözecek yaştayken, ne yana dönse bir sorun.
Ayşegül’ü koruyacağım diye Poyraz’a "beladan uzak dur" diyor; fakat kendisi de
bunun mümkün olmadığının farkında. Adil Topal safları fena halde sıklaştırıp,
tüm cephelerden saldırıyor. Peki Bahri Baba hiç boş durur mu? Aslına bakarsak
biraz boş durdu, kaç bölümdür sonunda bir harekete geçtiğini gördük şükür. Neyse, “oldies but goldies” grubunu devreye sokarak, planlara başladı.
Hayatımızı alt üst eden Adil Topal’ın estirikli baş ağrısının ve tüm bu
psikopatlığının altında ne yatıyor, keşke artık öğrensek. Ne çeşit bir tuhaflık içinde olduğunu
anlayamıyorum, anlayan da beri gelsin. Sanırım en büyük arzusu Poyraz’ı acılar
içinde yoğurarak kendi gibi bir adam yapmak. Ve üzülerek söylüyorum ki bu
yolda, çok iyi işler başarıyor. Poyraz’ın işlediği cinayetten pişman olmaması
bile bunun kanıtı. Sıradaki kurban kim, daha kaç kaplumbağa göreceğiz diye meraklar içindeyim.Onun dışında, Adil Topal, küçük bir atasözleri, deyimler ve aforizmalar
sözlüğü gibi oldu.” Her insan uygun şartlar oluştuğunda bir cani olabilir”, “Evlatlar,
babalarının canını sıkmak için varlar”
ve daha nice inciler geliyor, Mr.Kötülük’ten.
Son sahnelere ise yine ekstra öldürücü darbeler ile girdik.
Bir yanda tek suçu “gelecek kaygısı” olan Salih’in vurulması öte yanda da
Meltem’in kafasına dayatılan silah. Ha bir de uyutulan prens Sado var. Ben, “Yok artık o kadarı da olmaz.” demiyorum
hiç bir şey için, çünkü sonra bütün teorilerim uzay boşluğuna uçuyor,
kırılıyorum.
Yazı devam ediyor...