İlk defa bir yazıya nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Filinta 46. Bölüm içimize öyle bir oturdu ki ne kadar anlatırsam anlatayım, yazmak istediklerimin çok azını ifade etmiş olacağım. Sultan’a katılmamak elde değil. Ben de "yazıklar olsun size” deyip durdum. Hele askerler Nur Sultanla aralarına girince saate baktım. Zira böyle giderse vah bize vahlar bizeydi. Öyle de oldu...
Sultan “sana beni tutuklama emri verenlerin, katletme emri vermeyeceğinden emin misin?” sorusu tüm olanların özetiydi. İçimize sızıyı oturttu. Geçen bölüm yazısında da tarihle paralel giderse olacakları yazmıştım ama gün atlama olayından dolayı bir hayal olduğunu iddia etmiştim. Yanılacağımı bile bile iddia etmiştim. Zira nasıl yanıldığımı görmek istiyordum. Tek bir replikle nakavt oldum. “Olay sabaha karşı olmuş” dediklerinde tüm timeline cuk diye yerine oturdu. Yine de karlıyım. En azından bir haftayı Padişah sızısıyla geçirmedim.
Belki herkesi değil ama yeterincesini satın almışlar..
Cunta içinde cunta olmasına üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim. Demek herkes satılık değil. Bu memlekette meşrutiyet, hürriyet sevdalıları hep vardı. Bu adamlar iyi miydi, kötü müydü tartışmasına asla girmeyeceğim. Sonuçta Filinta bir kurgu yapım ve onları “kötüler” olarak işlemek istemiş. Eyvallah. Fakat böylesi bir anda bile bu adamların da içlerinde vatan sevdalısı samimilerin olduğunu göstermelerini değerli buluyorum. Bu adamlar devletin bekası için farklı bir şeye inanmışlar ve manipüle edilmişler. Aklımın almadığı tek şey Padişah’ın en yakınının da bu manipüleye kanmış olması. Padişahı içlerinde en iyi o tanırken, o cunta içinde yer alması beni çok üzdü.
Uğur Uludağ çok büyük oyuncu arkadaşlar. Delirdiği anı ağzım açık izledim. Daha da fenalarını bekliyordum ama artık onları sanırım gelecek haftalarda göreceğiz. Adam iki saniye içerisinde beş farklı ruh halini yüzüne yansıtabiliyor. Oyun hamuru gibi mübarek. Paşalara hayatlarının şokunu yaşattı. O andan itibaren bir cunta iç savaşı başladı ki birbirinin arkasından iş çevirmelerin bedelleri mutlaka olacaktır. Padişah kanı akıtmak öyle oldu bittiye getirilecek iş değildir.
Beni ağlattın ya, senin güldürenin bol olsun^^
Tüm yaşananların gerçek olduğunu anladıktan sonra fragman’dan Mustafa’nın gidişatını biliyorduk zaten. O yüzden tüm o öldü/ölecek telaşını yaşamadım ama Ali’me çok üzüldüm bee… Ruhi Paşa’nın tutuklanması, Leyla’nın çığlıkları hiçbiri ama hiçbirinin değeri yoktu. Ali’nin nasıl yandığını tasavvur dahi edemediğim için benim de gözlerim yandı. Hele Kadı Gıyaseddin’in mezarındaki ağıtında gözünün yaşına hakim olan bizden değildir.
“Nefesimi aldın lan!” nasıl bir sevgidir. Nasıl bir yokluk hissidir arkadaş? “Mustafa’m çok üşür” nasıl bir şefkattir? Kolay kolay kimse kimsenin mezarının başında öyle ağlamaz. Ali’nin Mustafa sevgisini yıllar sonra da unutmam ve yeri geldiğinde de her yerde dillendiririm. Cem Uçan’a da burdan selam olsun. O ne sınırsız bir performanstı öyle. Rol yaptığına inanmak çok güç. Resmen yaşadı ve o anı yaşama hissiyle bize de aynı duyguları yaşattı. Helal olsun.
Biz de bilirdik espiri yapmasını lakin imparatorluk yönetiyorduk, işimiz çoktu canısı..
Paşalar cuntacı, kötü mötü ama espiri anlayışları güzelmiş doğrusu. “Bu ülkeye de meşrutiyet ancak bir deli sayesinde gelirdi” lafına tüm o duygusallığa rağmen ben bile güldüm. Sultan’ın öldürülmesini iptal etmeleri de sürecin sonunu bilmemize rağmen yine de sevindirdi yahu. Biliyorum aptalca ama aynı zamanda oldukça da insani bir şey. Ben buna OZ dizisindeki idam koğuşunda da tanık olmuştum. Normaliz yani… Hele Çerkez Hasan’ı da görünce bu gülme ve sevinmenin üstüne bir de keyiflendim. Zira kısacık bir google araması yetti de arttı bile. Hasan tam bir deli fişek ve o fişeğin patlayışına tanık olacağız.
Yazı devam ediyor...