Sultan'ı yedi hala mutlu değil pis adam!

Yüce Efendi yine beni benden aldı. Dünyayı yönetenlerin nasıl bir mantığa sahip olduğunu öyle güzel anlattı ki bana da tebrik etmekten başka bir şey kalmadı. “Düşman yoksa bir düşman yarat” çok uzun zamandır afiyetle yediğimiz bir oyun. Mesela Amerika, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçirdiği büyük dönüşümde önce çekik gözlüleri kendisine düşman belledi. Aradan 65 yıl geçmiş olmasına rağmen halen hiçbir toprak parçası Laos gibi ufacık bir ülkenin yediği kadar çok bomba yemedi. Sonra Ruslar, şimdi de İslam alemi… Bizim de modamız geçince kim bilir kimler yeni düşman olacak. Yüce Efendi bugün hepimizin düştüğü tuzağı bize 140-150 yıl öncesinden anlattı. Helal olsun.

Leş kargaları üşüşmeye başladı bile… Tek tek elçilerin telgraflarını dinlemek gerçekten ders niteliğindeydi. 93 Harbi’nin de ayak seslerini duymaya başladık. Osmanlı’nın en hazin yenilgilerinden biridir. Sırf o yenilgiye tanık olmamak için dizinin bitmesini bile isteyebilirim demiyorum tabii… Zira işin ucunda Filinta fanları tarafından lince uğrama riski var. Anlayacağınız Mustafa her ne kadar kahramanlıklar yapsa da yıkımlar gelmeye başladı. 

Ruhi Paşa’yı ayıpladım doğrusu. Ne demek zehir içmek paşa? Öyle bir darbeye kurban gitsem gururla çıkarım darağacına neyden kaçıyorsun? Vallahi ayıp. Bak Çerkez Hasan’a? Alayına gider! Üstelik adamı da bitiremiyorlar. Arkasında Çerkezler var kolay mı? Bugün dahi TSK’da Çerkezler hayli güçlüdür. Bu ülkenin siyasetinde de askeriyesinde de büyük emekleri vardır.  

Kuş uçtu beybi :(

Bence Leyla’nın ruhsal problemleri var. Vallahi gene yiyordum. Leyla’dan çalım yemekten bık-dım! O “Mustafa” çığlıkları, bırak dadısının yanında olduğu zamanlardaki hallerini, kendi başına kaldığı zamanlardaki dahi göz yaşları muazzam bir numaraymış. “Naptım Allah’ım ben” mi? Bu sözü duyar duymaz “bu kırılmayı sevemedim” diye not düşmüşüm ama bir yandan da pişman olmasını içten içe istiyordum. Özellikle Yüce Efendi kapıyı gösterdikten sonra bu kırılmanın gerçekleşmesini bir şekilde kabul etmeye hazırdım. Filinta severler seni de affedebilirdi Leyla, ama o son kuşu uçurmayacaktın. Vallahi yatacak yerin yok! Seni seven ben bile senden resmen korktum. 

Bırakın adam bi rahat nefes alamasın..

Farah’ın yüreği kan ağlarken o kapı vuruldu ya tamam dedim geldi Filinta Mustafa! Memleketin kaderini hekimler belirliyor. Bir kısmı budarken diğer kısmı filizlenmesi için toprağa gömüyor. Mustafa’nın ölmeyeceğini bildiğim halde onu baygın gördüğümde sevincim ve heyecanım birbirine karıştı. Ne yapacağımı bilemedim. Bilen bilir, çok kızıyorum Filinta Mustafa’ya ama hakikaten doğruymuş. İnsan sevdiğine kızarmış. Mustafa’yı çok sevdiğimi işte o an anladım. 

Sonrasında Şehzade Mehmet de döndü ki Filinta’yı işte bu sebeple çok seviyorum. Başka bir dizide olsa Şehzade Mehmet’in dönüşü apayrı bir bölüm konusu olurdu. Mustafa tövbe ilk bölümde ortaya çıkmazdı. Filinta’da o kadar yazar değişti ama şu ruh hep korundu. Korkmadan, konu sıkıntısı çekeriz diye cimri davranmadan yaldır yaldır gidiyorlar. Sonuç olarak da yerli dizilerin belki de en tempolu işine imza atıyorlar. Belki mutfakta bazen malzemeden kısıyorlardır ama onu da kurgusuyla öyle güzel bir şekilde seyirciye sunuyorlar ki cimriliği fark etmiyoruz bile… Bir "helal olsun" da buna verelim.

Sizi kopardılar ya sırf bunun intikamı 100 yıl sürmeli..

Bölümde öyle bir an geldi ki not tutmayı bıraktığımı sonradan hatırladım. Ali’nin içimizi parçalayan acısı geçti de Padişah resmen ciğer yanığı be kardeşim. Nur tanesini koparıp aldılar ya sırf bunun için toprak Hüseyin Avni ve Hüsnü Paşa’yı kusmalıydı. Kadıncağızı resmen öldürdüler bunu da gelip yüzüne söylediler. Madem birini öldürdün, diğerini de öldürmeye götürüyorsun ne diye bunu söylersin ki? Bu saf kötülükten başka nedir ki? Üstelik seni o makama çıkartan adama bunu yapıyorsun. Toprak, sen de bu kadar geniş olma be kardeşim! Bu adam, bu kadar mı kötüydü de bu acıyı müstahak gördünüz? Halbuki Yüce Efendi dahi Padişah’a saygı duyuyordu. Zaten bana koyan bir mesele de bu. Yüce Efendi’nin henüz 46’sındaki Sultan’dan daha uzun yaşaması!

Gerekirse yıkılır ama eğilmez, bükülmez..

Tarihte söylenenlerin aksine elinde Kur’an, göğsünde şaşmaz iman, gözlerinde bu düzene isyanla başını hafifçe kaldırarak baktı gelen üç celladının yüzüne Sultan Abdülaziz Han. Cellatlar odaya pervasızca girdiler. Kim bilir?.. Bu pervasızlığın sebebi belki kaçacak yeri olmayan Sultan’ın korkusunu görme arzusuydu. Belki de bir aşağılama… Hiç istifini bozmadı Sultan. Üç kere Kur’an-ı Kerim’ini öptü ve başına koydu ama gözlerini bir an olsun onlardan ayırmadı. Karşısına ölüm gelmişken o gözlerde hala zerre korku yoktu. Kitabı yerine koydu ve ayağa kalktı. Bir adım dahi geri adım atmadı. Hatta bir kaç adım üstlerine gitti. Hainler iki taraftan yaklaşırken hepimizi kapının dışına attılar. Odanın içinde olursak bir şekilde yardım ederiz diye korktular. İşte böyle dik, böyle korkusuzca ve böyle yalnız bir şekilde  şehadete yürüdü kocca Sultan, cennet mekan, Abdülaziz Han!… 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER