Muhteşem Yüzyıl Kösem 13. bölümünü geride bıraktı, ama bendeki o "olmamışlık" hissini geride bırakamadı. Bu hissimin kaynağını artık net olarak biliyorum: ilk bölümlerde "ihtişamsız muhteşemlik" diye nitelendirdiğim, o "vay be" dedirtmesi gereken "etkileyicilik" eksik.
Elinde evlatlarını korumak uğruna, bir diğerinin evladının hayatını tehdit etmekten çekinmeyen, iki "kudretin tadını bilen" kadının hikâyesi olan bir bölümdü Muhteşem Yüzyıl Kösem'in 13.bölümü. Ancak finale giden son bloğa kadar, hep geleceğin alt yapılarını hazırlayan sönük olayları izleyip durduk. Bu da bende esneme ve başka şeylerle ilgilenme isteği yarattı.
"Ecdadım Kanuni Sultan Süleyman'ın duruşunu da kopyalıyorum, ama bir türlü onun gibi görünemiyorum."
Meselâ Avusturya Kralı'nın kendini Ahmed'le aynı kefeye koyma isteğine Ahmed'in sinirlenişi. Ahmed, doğru yolları seçmek için çabalayan temiz kalbiyle benim kıymetlim, civan padişahım. Ama şimdi kendimizi kandırmayalım, öyle kimsenin boy ölçüşemeyeceği bir kudreti falan yok, o yüzden bu duruma sinirlenmesi, nazarımda ilgi çekici değil.
Aynı şekilde Fahriye, baştan beri dramların kraliçesi zaten, onun hayıflanmalarını izlemek ilgi çekici değil. Zaten televizyon karşısında izlemekten çok dinleyen bir kitleyiz, ekrana dönüp bakmak için sağlam sebepler arıyoruz. Bu sebepler son 15 dakikada vardı, ama maalesef ben diğer kısımlarda çok zorlandım.
Gelelim o son 15 dakikaya... O kadar çok sözüm var ki. Mesela Kösem'den başlayayım:
Safiye Sultan babanı öldürdüğü gün sen de masumiyetini kaybettin Kösem Sultan...
Ruhun bir kere karanlık tarafa geçtiyse eğer, en aydınlık sularda yıkansan da bir daha temizleyemezsin içindeki kötülüğü. Kösem, Safiye Sultan'ın babasını öldürdüğü gün masumiyetini kaybedip karanlık tarafa geçti. Ona göre, bu acının intikamını almak için her yol mubah. Öyle mi gerçekten? Düşmanını yenmenin tek yolu, onun silahlarını kuşanmak mı?
Kösem'in de bundan sonra karanlığından arınıp ruhunu huzura erdirmesi mümkün değil. Sevdiklerinin ölümüne tanık olacak olmasının sebebi de artık, bir efsunlu kadının sevdiceğinin hayatına karşılık ödettiği bedel değil, bizzat kendi seçtiği karanlık tarafın ona ödettiği bedel.
Masumiyetten karanlık tarafa artı bir kişi daha ekleyelim.
Kösem'in içindeki karanlık öyle büyüdü ki; aydınlık tarafının yaptığı iyiliklere bulaştırıyor artık karasını... Küçük bir kızın annesini iyileştirerek kazandığı minnetini, kendi hain planına alet ederek, kızcağızın beynine kazıdığı "savaşta her şey mubahtır" fikrinin hesabını vermesin mi şimdi Kösem?
Yazı devam ediyor...