Bir iki tane ufak tefek eksiklik haricinde üç hafta boyunca üst
üste hemen her şeyi dozunda ve olması gerektiği gibi olan bölümler izlettikten
sonra Muhteşem Yüzyıl Kösem ekibi bu hafta yayınlanan 12. bölümde biraz soluk
almaya karar vermiş, biraz da nahoş bir şekilde tekrar geri adım atmaya
yeltenmiş gibi görünüyor. Kötü bir bölüm olmuş diyemesek de, son haftalarda
izlediklerimize göre daha sönük, daha "yavan" kaldığı da bir gerçek. Gerçi olsun,
dünyaca ünlü ödüllü Amerikan dizilerinde bile her yeni bölümde aynı standardın
tutturulamadığını göz önünde bulundurursak, her hafta 2 saati aşkın süren
bölümler hazırlamak durumunda olan Türk dizi ekiplerinin hiç ara vermeden
mucizeler yaratmasını beklemek, dizilerini Oscarlık filmler gibi sürekli bir “ihtişam”
halinde devam ettirmelerini umut etmek de hak verirsiniz ki hem gerçek dışı bir
beklenti hem de biraz insafsızlık etmek olur.
Hemen hemen hepimizin aşina olduğu bir duygu vardır. Hani bazı
filmler vardır ya da severek izlediğimiz dizilerin bazı bölümleri. Ya da elimizden
bırakamadığımız bir kitap... Özellikle de büyük beklentilere sebep olan serilerin
son bölümlerinde olur bu genelde. Aslında her şey tam olması gerektiği gibi ve
tadında gitmektedir, hatta yaratılan eser dört dörtlük olmaya çok yakındır ama
insanoğlu işte, hiç kimse kusursuz değildir ya, bu filmlerin, dizilerin ya da
kitapların bir yerlerinde öyle bir tatsızlık olur ki hem o eserin bütününün
tadını kaçırır hem de o “kusursuz olmaya yakınlık” halini olduğu gibi alır
götürür, elde umut edilenin çok gerisinde bir şey kalır. Yolculuğu mutlu mesut bir tatmin duygusuyla bitirip sırtınızı keyifle
arkanıza yaslamayı, sigaranızı zevkle tüttürmeyi beklerken durduk yere huzursuz
olur, hatta sinir olur ve kaçırılan fırsat için hayıflanırsınız. Tabii
izlediğiniz ya da okuduğunuz şeye sadece vakit geçirme aracı, yalan dolan bir
eğlencelik olarak bakmıyor ve üstlerine biraz kafa yoruyor, onca vaktinizi alan bu
üretimleri az da olsa kendinize dert ediniyorsanız.

Ay kız delirdi şekerim, vallahi delirdi. Rahmetli Hatice'yi de geçti, tescilli hanedan delisi oldu. Bu çocuk da bizim diziye eleştiri yazıları yazarken delirecek, korkuyorum. Çok dert ediyor her şeyi.
Muhteşem Yüzyıl Kösem’in dört dörtlük bir yapım olduğunu söyleyecek değilim elbette, öyle olmadığını hem seyirciler hem de yapım ekibinin kendisi
olmak üzere herkes biliyor. Zaten son haftalarda dizideki göz dolduran olumlu gidişat
da bu farkındalığın bir sonucu. Ancak bu hafta izlediğimiz 12. bölüm bir
şeylerin yine ters gittiğini gösterdi bizlere. Üstelik bu sefer sadece her
zaman dilimize doladığımız senaryo kısmında değil. Başta da söylediğim gibi
aslında kötü bir bölüm değildi ancak reji anlamında şüphesiz ki yeni serinin en
sıkıntılı bölümüydü.
Devamlılık hataları gördük bu bölümde örneğin ya da sosyal
medyada hemen herkesin diline dolanan baştan savma bir doğum sahnesi. Bir-iki
yerde kurguda bir tuhaflık hissettik, kesmeler sanki tam olması gerektiği gibi
olmamış dedik. Dahası karakterlerden biri tarihi açıdan düpedüz yanlış bir
bilgi verdi ki hele bu sonuncu hatanın nasıl yapılabildiğine hiç anlam
veremedik. Başrol oyuncusu deseniz o temelli başka bir hikaye. 2 koca saatlik
bölümde 3-4 tane “ufak (!)” detay fazla göze batmaz diye düşünüldü herhalde
ama mis gibi de battı ve tam da yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi
izlediğimiz şeyin tadını gereksiz yere kaçırıp şimşekleri yine üzerine
çekiverdi. Neydi bunlar bir hatırlayalım.
Doğru söyle Safiye, Fahriye'yi kimden yaptın? Saray ağalarımdan mı, vezirlerimden mi? Yoksa Venedik'li civan bir tüccardan mı? Hangimizin performansı daha iyi Safiye?
11. bölümün gizli kahramanı olan Fahriye Sultan’ın sonu gelmez
“saflıkları (^^)” en sonunda validesinin düşmanlarının dahi malumu olunca
hiçbiri ellerine geçen fırsatı kaçırmamış, Safiye Sultan kızını koruyabilmek
için istemeye istemeye Eski Saray’a gitmeye razı olmuş, ortalığı boş bulunca
kim var kim yok hepsini temizlemeye niyet eden dünkü melek bugünkü şeytan (üstelik
düpedüz de küstah) Kösem de insan kullanmayı pek güzel öğrenerek Derviş Paşa’ya
verdiği sözü tutmamış ve Fahriye Sultan’ı yeğeni Sultan Ahmet’e yem etmişti.
12. bölüm yine Fahriye Sultan’ın ön planda olduğu bir ilk yarıyla açıldı. Kızının
canını kurtarmak isteyen Safiye Sultan, onu saklanması
için Derviş Paşa eşliğinde Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri’nin dergâhına gönderdi. Hayretler içinde
kalmamıza sebep olan ilk büyük hata da işte tam burada, senaryo ekibinden
geldi. Fahriye Sultan, kendisini Hüdayi Hazretleri’ne Safiye Sultan ve Sultan
Mehmet Han’ın kızı olarak tanıttı. Halbuki Sultan Mehmet (III. Mehmet)
kendisinin değil, yeğeni Sultan Ahmet’in babası. Safiye Sultan’ın oğlu. Fahriye
Sultan’ın babası ise gençlik halini Muhteşem Yüzyıl’ın finalinde gördüğümüz
Sultan Murad.
Fahriye Sultan'ı canlandıran Gülcan Arslan'ın kendi başına böyle bir hata yapmayacağını, sadece kendisine verilen replikleri söylediğini düşünüyorum. Bu durumda senaryo ekibinin böyle bir hata yapmış olması yüksek ihtimal. Yok metinde hata yapılmadı da Gülcan Arslan'ın bir anlık dalgınlığı sonucu yanlış isim telaffuz edildiyse set çalışanları nasıl buna müdahale edip de sahnenin tekrar çekilmesini sağlamadı, o daha da ilginç.

Haddini bil Ahmet, benimle doğru konuş!! Yoksa alırım o Hürrem Sultan'ın tacını sana takarım, Yeniçeri Ocağı'ndaki Acemi Oğlanlar'ın arasında dolaştırırım. Sen kimsin?
Pek görmezden gelinecek gibi bir hata değil ya, yine de
görmezden geldik, izlemeye devam ettik. Bu sefer de Sultan Ahmet’in Kösem’e “küsmesi”
konusu akıllarda soru işareti yarattı. Malumunuz, Fahriye Sultan’ın hanedana
yönelik ihanetini açık seçik yazdığı mektubu geçtiğimiz bölümün son sahnesinde
vermişti Kösem kendisine. Sultan Ahmet o sırada damdan düşer gibi daha çocuk
bile doğurmamış olan cariyesine Hürrem Sultan’ın meşhur tacını hediye ederek
onu vaktinden çok önce “sultan” ilan etmesinin heyecanından olsa gerek,
mektupla ilgili hiçbir şey sormaya gerek görmemişti.
12. bölümde Kösem Hatun, “sultanların
sultanı” olmanın verdiği baş dönmesiyle kasıla kasıla Handan Sultan’ın
dairesine yerleşirken Sultan Ahmet bir hışımla Derviş Paşa’nın sarayına gidip
tozu dumana kattı. Neden sonra Topkapı Sarayı’na dönünce Kösem’e “bu mektup
senin eline nereden geçti? Sana mı kaldı koskoca sultanları takip etmek? Casus
musun sen? Sen de saraydaki herkes gibi olmuşsun, çekil huzurumdan” demeyi akıl
edebildi. Yarım saat önce sevdiği kadına Hürrem Sultan’ın tacını hediye edecek
kadar ileri giden kendisi yarım saat sonra ona “haddini bildirdi”.
Bu
muhakemeyi yapmak belki bir önceki bölümün finali için çok uygun değildi ve kısa yoldan bir
bölüm sonu canavarına ihtiyaç vardı ama aynı olaya verilen taban tabana zıt tepkilerin bu kadar aralıklarla
gelmesi ve yeni bölümün çoğunun sonradan gelen bu “küslük” üzerine kurulması devamlılık
anlamında ilginç bir seçim oldu.
Yazı devam ediyor...