Haddini bil! Sen kimsin? Zaten bütün malvarlığına el koydum, hazineden de tek kuruş alamayacaksın. Vallahi o kafandaki taçları da alır bekar evlerinde çalışan hatunlara veririm. Babaanneysen babaanneliğini bil, kır kıçını otur.
Derken yedi ay geçti ve bütün sosyal medyanın diline pelesenk olan Kösem’in doğum yapma sahnesi geldi. Pembe dizilerde rol alan kadın başrol oyuncularının rüştlerini ilan etmesi sanırım bu doğum sahneleriyle oluyor. Hepsi bu macerayı bir kere de olsa atlatıyor. Aynı şekilde onlarla birlikte yapımların rejileri de.

Savaş değil dövüş değil, en nihayetinde bir doğum sahnesi diyoruz ama birkaç hafta önce Muhteşem Yüzyıl’ın raks sahneleriyle ilgili yazarken söylediğim gibi şeytan ayrıntıda gizli ve bazen bir yapımın bütün gerçekçiliğini üzerine çalışılan o büyük sahneler değil, hiçbir önemi yokmuş gibi görünen sıradan bir sahne verebiliyor.


Oy oy oy, yerim seni ben. Doğarken annesine hiç de eziyet etmezmiş, hemmencecik atarmış kendini dışarı. Saraylı olmayan o avam kadınlar terlesin doğum yaparken öyle hamama girmiş gibi. Ne o öyle saçları başları dağılıyor, yüzleri gözleri kayıyor. Ne ilkellik, di mi benim oğluşum? A canım benim ^^

Örneğin bu doğum sahneleri. İki hafta önce Mahfiruze Hatun doğum yapmış ve onda da yapıma eleştiriler getirilmişti. Zira Mahfiruze Hatun’u canlandıran Dilara Aksüyek’in doğum sonrası yüzünde ne bir ter, saçlarında ne bir ıslaklık görememiştik. Ama beterin beteri varmış. Bu hafta esas kızımız Kösem öyle bir doğum yaptı ki hakikaten evlere şenlik. Dilara Aksüyek’in saçları en azından doğum anında biraz bozulup terlemişti ve sahnede az da olsa bir gerçekçilik vardı ama Beren Saat onca ıkındı sıkındı, onca çığlıklar attı, maaşallah ne saçlarının maşası bozuldu, ne yüzü terledi, ne takati bitti…

Sultan olmak böyle bir şey olsa gerek ki, dairesindeki koltukta otururken nasılsa öyle atlattı doğum olayını da. Mert Baykal da, Yağız Alp Akaydın da deneyimsiz yönetmenler değiller. Doğum sancısının bir kadının dayanabileceği en güçlü sancılardan biri olduğunu da şüphesiz ki biliyorlardır ancak biz yine de böyle bir doğum sahnesi izledik dün akşam. Hiçbir inandırıcılığı olmayan bir sahne olduğu gibi, bir de başrol karakterinin diğer başrol karakterinden sahip olduğu ilk çocuk olması dolayısıyla ekstra bir önemi olan böyle bir olayın önemini de sıfırladı. Şehzade Mehmet seyircinin gözünde olabilecek en “uyduruk” şekilde Sultan Ahmet ve Kösem Sultan’ın aşklarının ilk meyvesi oldu. Alt tarafı bir doğum sahnesi dediğimiz şey, hakkı verilerek çekilmediği zaman nasıl da göze batıp bölüm boyunca anlatılan hikayelerin bile önüne geçebiliyor işte. 


Bugün Ahmet'le barışmaya giderken ne giysem kızlar? Üstümdeki kırmızı elbiseyi miii....?

Bölümdeki son hata da yine bir devamlılık hatasıydı. Bu sefer görsel bir devamlılık hatası. Doğum olayından sonra hâlâ kendisine “küs” olan Ahmet’le barış yapmak için son şansını deneyen Kösem Hatun, odasından kırmızı elbisesiyle çıktı, Has Oda’ya pembe elbisesiyle girdi, barış sağlandıktan sonra Ahmet’in yanından ayrılıp kendi dairesine gelince içeriye yine kırmızı elbisesiyle girdi. Birkaç sahne sonra yine o pembe elbiseyle ve o elbiseyi giydiği sırada taktığı taçla Ahmet’in huzurunda Mahfiruze Hatun’la durdu. Anlaşılan o ki kırmızı elbiseli sahneler tek seferde, pembe elbiseli sahneler tek seferde çekilmişti (belki farklı farklı günlerde) ama kurgu masasında sahneler birleştirilirken sahneler arasındaki bu kıyafet farklılığı kimsenin dikkatini çekmemişti.

İnsanoğludur, hata yapar. Bu da çok büyük bir hata olarak görülemez belki ama yine ilk Muhteşem Yüzyıl’dan tanık olmadığımız türden bir hata olduğu için “tadımızı kaçırdı”. Görsel zenginliği ve çarpıcılığı tamamen kıyafetleri ve taçları / kavukları / şapkaları üzerine olan bir dizinin yapım ekibinin böyle detaylara ekstra önem vermesi gerektiğini düşünüyorum, zira böyle şeyler direk dikkatleri çekiyor. Tıpkı ilk dizideki karakterlere giydirilen kıyafetlerin ve taçların hem o dizide hem Kösem’de başka başka karakterlere tekrar tekrar yeni gibi giydirilmesinin direk fark edildiği gibi. Ya da bazen o görkemli taçların sultan karakterlerini canlandıran kadın oyuncuların alınlarını ve saç kesimlerini ortalayamayıp sağa sola kaymış halde başlarında durmasının ve sahneler çekilirken yapım ekibinden kimselerin bunun farkına varmamasının ve o yamuk duran taçları düzeltmeden çekimlerin tamamlanmasına müsaade ettiklerinin direk farkedildiği gibi. 


...yoksa bu pembe elbiseyi mi??

Hazır elbiselerden bahsetmişken Kösem karakterine ve haliyle tekrar Beren Saat’e gelelim. 12. bölümün “tatsızlıklarından” bir diğeri de Beren Saat’in performansındaki “tatsızlıktı”. Daha önce bir-iki defa yazdım, kendimi tekrar etmek pahasına tekrar yazacağım ama Beren Saat canlandırdığı karakterler ne kadar “kötücül”, ne kadar “entrikacı”, ne kadar “sinsi”, ne kadar “fettan” olursa o kadar başarılı performanslar veren bir oyuncu.

Ancak karakterlere içten bir masumiyet, samimiyet ve duygusallık katmakta seyirciye yeterince geçemeyen bir elektriği var. Tamamen “femme fatale” karakterleri oynamak için yaratılmış gibi kendisi. Oynadığı duygusal ve samimi sahnelerde bile o “soğuk” ve “mesafeli” duruş direk olarak karaktere siniyor. Haliyle bu tür çok yönlü karakterlerde seyirciyi ikna etmesi zorlaşabiliyor.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER