Aşk dozu azaltılmış, temposu
geçen haftaya göre biraz daha düşük ancak son anlarda heyecanı yine yükselen
bir bölüm izledik bu hafta. Son birkaç bölümdür Kemal ile Nihan arasında artan
yakınlık bu hafta duraklama dönemine girmişti maalesef. Mesela Leyla’nın kapısı
her çalındığında Kemal’in gelmesini bekledim ben lakin olmadı. Üstüne de bolca
Zeynep izleyince biraz daraldığımı hissettim. Zeynep’in çektiği acılar,
kafasında kurduğu sakil intikam planı ve oyun hamuru Ozan’ı istediği kıvama
getirerek gerçekleştirdiği evlilik benim hiç ilgimi çekmiyor doğrusu. Hani
çiçeği burnunda Sezin çifti uzun bir balayına çıksa hiç de aramam kendilerini.
Bu evlilik ile Zeynep şimdi kimden neyin intikamını alacak? Emir’in canını
acıtabileceğini mi sanıyor ki? Zeynep Emir’in satranç oyununda yalnızca bir
piyon idi. Zeynep de bu hamlesi ile Emir’i mat edebileceğini zannediyor ama
onunki daha çok tavladaki ‘kapı almak’ gibi basit bir hamle. Tüm kapıları
alacak şans ve beceri de Zeynep’te yok maalesef. Tabi Sezin Ailesi’ne büyük bir
şok yaşattığını da inkar edemeyiz.
Bu evlilik atağı Zeynep açısından
yalnızca “namusunu” temizlemesine(!) yaradı. Onun dışında Emir istese hala o
fotoğrafı kullanabilir. Kayınbiraderinin eşi ile bir zamanlar yakınlaşmış
olması Sezin ailesi cephesinde Emir’in tahtını sarsacak bir depreme yol açmaz.
Nihan zaten biliyordu, Önder Bey ile Vildan Hanım da bu durumda kabahati
biricik velinimetleri Emir’de değil de tabi ki de istemedikleri gelinleri
Zeynep’te bulurlar. Özetle bir intikam meleği edasıyla ve kendi zekasıyla çok
övünerek girdiği o malikaneden Zeynep’e çok iş çıkmaz diye düşünüyorum. Yani en
azından çıkmamasını umuyorum ki kendisini çok fazla görmeyeyim.
Buyaya mı imza atıcaz memuy amca?
Senaristlere akıl vermek haddim
değil elbette ama mesela Zeynep yerine Leyla karakterine daha fazla
odaklanılabilir. Zerrin Tekindor’un oyunculuğu zaten efsane, laf eden çarpılır.
Bunun üzerine bir de Leyla’nın dosdoğru karakteri, patavatsızlığa varan ve bana
çok keyif veren sivri dili de eklenince seyretmesi çok zevkli bir karakter
çıkıyor ortaya. Kadının herkesle de enerjisi acayip uyumlu. Kemal ve Nihan ile
zaten başından beri yakınlar. Kozcuoğlu erkekleriyle karşılıklı akıl dolu
atışmaları da son derece eğlendiriyor beni. Yalnız sonunda Leyla, Vildan ile
savaşmanın yolunu Galip Kozcuoğlu’nun gücünü arkasına almakta bulmaz değil mi?
Yok yok bulmaz, Leyla klişelere meydan okuyan kadındır. Dizinin en doğrucu Davutu,
en halkın sesi karakteri o! Gerçi benim gözümde Galip ile Leyla’nın enerjileri
tutuyor, hoş bir ikili olabilirler. Ama yine de bu ev meselesi kapansın da
ondan sonra ne olacaksa olsun. Leyla’nın bir yerde bir gizli saklı parası
vardır diye umuyorum. Hiç olmadı Kemal destek çıkar illa ki. Nihan’ı saymıyorum,
zira ondan gelecek para her halükarda Emir’den gelmiş sayılacak benim gözümde.
Ozan’ın sözde cinayetinin
sırrının bu kadar çabuk ortaya çıkmayacağını kabullenmiştim ama Kemal’in kıvrak
bir hamleyle tam da kuyruğundan yakaladıkları Karen’i son dakikada elinden
kaçıracak tedbirsizliği yapacağını hiç ummazdım. Ya Emir’in zekasını hafife
aldı, ya da kendine fazla güvendi. Nedeni ne olursa olsun sonuç maalesef
hüsrana yol açtı ve kuş aralık kalmış kafesinden kaçıverdi. Ama siz yine de Nihan’a
uyup da durmayın, araştırmayı bırakmayın sakın arkadaşlar, dostlar, Romalılar!
Hayat elinizde tuttuğunuz kum taneleri gibi; her geçen an akıp gidiyor
avucunuzdan, zaman aleyhinize işliyor. Araştırmaya, soruşturmaya devam, yoksa
kafesinden kaçmış olan o kuş pencereden de çıkıp gidecek.
Bize iki çay söyle de karşılıklı içelim.
Kemal ile Emir’in savaşının
sadece Nihan’la sınırlı kalması bu iki karakter için son derece sığ olurdu. O
yüzden işin içine şirket ortaklığından doğan çatışmanın katılması meseleyi daha
da derinleştiriyor. Nihan aradan çekilse de bu iki zıt karakterin hayata bakış
açıları üzerinden çatışmaları bitmeyecek. Son iki üç bölümdür termik santral
meselesinin üzerine düşülmesini seviyorum. Dizinin isminin iki anlamı vardı zaten
başında, ilk yayınlanan madenli fragmanlar ile Kemal-Nihan’lı fragmanları birleştirince
madenlerin de Kemal için en az Nihan kadar ‘kara sevda’ olduklarını, bir aşk
hikayesinin yanı sıra madenci sorunlarına az buçuk da olsa parmak basılacağını
düşünmüştüm açıkçası. Tamam, en nihayetinde bu izlediğimiz yalnızca bir dizi,
sosyal sorumluluk projesi değil. Herhangi bir sosyal mesaj verme zorunlulukları
da yok. Özellikle de sevgili RTÜK’ün karışmayı pek bir sevdiği ahlaki konularda topluma
“örnek”(neye göre kime göre?) olacak şekilde, “geleneksel aile kriterlerine”
uygun yayın yapılmasının istenilmesine de ayrıca sinir oluyorum bu vesileyle
belirtmiş olayım. Toplumda var olan ama yayın kurallarına göre Türk aile yapısına
ve genel ahlak kurallarına aykırı(!) durumların, konuların tespiti ve hiç
değilse, doğru veya yanlış diye herhangi bir değer yargısı belirtmeden seyirciye
aktarımı, ekranda olması gereken ancak bir türlü olamayan şeyler. Neticede
ahlakı buzdan olan güneşten korkar derler ve bana kalırsa kimse kimsenin ahlak
bekçisi ya da üst aklı olmamalı. Tam da Emir’in dediği gibi “insanlara ne
istemeleri gerektiğinin gösterilmesine” gerek olmadığını düşünüyorum.
Mevzuyu dağıtmadan ana konuya
geri dönersem, diziler sosyal mesaj vermek zorunda değil ama ben verenleri kendimce
ayrı bir yere koyuyorum. İzlerken bana bir şeyler kattıklarını, beni bir nebze
de olsa beslediklerine inanıyorum.(Buna en güzel örneklerden biri de benim
açımdan Hatırla Sevgili dizisidir.) Bu nedenle Kemal o madenden çıkıp da
İstanbul’a döndüğünde bir parça hayal kırıklığına uğramıştım. Şimdi bu kara
sevdaya rengini veren madenleri unuttuk belki ama, hukukun en çok çiğnendiği,
‘kalkınmak’ ve ‘gelişmek’ kisvesi altında vatandaşın hakkı yenerek gerçekleştirilen,
tarım arazilerine ve doğaya zarar veren termik santral inşaatı mevzusuna eğilmiş
olmalarından da bilhassa keyif aldım. Kemal son zamanlarda Emir’in taşlarının
çoğunu aldı, at düştü, fil gitti. Yine de oyun devam ediyor ve Emir de bunun
üzerine fena gelecek diye korkuyorum açıkçası. Basın toplantısında Kemal’in
arkasından gözüken satranç taşlarına dikkatinizi çekerim.

O koca çizgili kravatı taktığını da bir daha
görmeyeceğim!
Keşke bu korkunun birazcığını da
Tarık duysaydı tabi. Tarık’ı, ‘kayırılan’ kardeşine kinlenen ve kendini ispatlamaya
çalışan ağabey rolünde son derece ikna edici bulsam da, bu durum, sırf güç elde
etmek uğruna eline silah alıp masum insanları tehdit etmesinin altını
doldurmuyor benim gözümde. Hazımsız insana güç ve paye verildikçe gözünün nasıl
dönebileceğinin somut bir kanıtıydı resmen Tarık Soydere. Yanına eklenen
adamlarıyla beraber sayıca arttı belki ama kendi adamlığından da kaybetmeye
başladı. Şimdi gerçekleri suratına çarpan o köylünün suratına kendisi de bir
tokat çarptı. Peki Emir’in tokadı da onun suratına çarptığında bakalım hala
aynı dik duruşunu sergileyebilecek mi? Kemal oldukça güzel tanımladı onu; sağlam
kalenin içindeki Truva atı… Aynı ana babadan doğdukları ve aynı değerlerle
yoğruldukları için, Tarık’ın çok geç olmadan vicdanının sesini tamamen susturamayacağını
anlamasına güvenmekten başka yapacak bir şey yok.
Bu arada tüm Kara Sevda ekibine, “kısa
mesafeye laf eden taksici” gerçeğine parmak bastıkları için de çok teşekkür
ederim! Zeynep’in bindiği taksideki şoför gibi, kısa mesafeye gitmek istediğinizde
huysuzluk eden taksiciler fazlasıyla mevcut. İnsan bir geriliyor yahu; “Gideceğim
yeri söylediğimde taksiciden azar işitir miyim?” diye. Kimisi utanmasa, “Sen yürüyerek
git abla oraya, taksimetrenin de iki katını ver bana.” diyecek neredeyse.
Ez cümle; Kemal ve Emir’in
karşılıklı hamleleriyle her zamanki gibi heyecanlandıran, ancak Nihan-Kemal
sahnelerinin eksikliğiyle de bir parça hayal kırıklığına uğratan ve bu yüzden
biraz ortaya karışık bir bölüm izledik. “O gece” üzerine düşülen bölümlerden
daha çok keyif aldığım doğrudur. Yine de emeği geçen herkesin eline koluna
sağlık.