Nihayet beklenen an geldi ve haftalardır, ha bugün ha
yarın diye yolunu gözlediğimiz Noyan’ın inine girme operasyonu gerçekleşti. Her şeyin bir vakti saati varmış ve Noyan’ı mağlup
etmenin nasibi de 43. bölüme imiş. Kayı ve Dodurga’yı ilk kez birlik içinde
görmek şahaneydi, önce onu söyleyeyim. Hele Tuğtekin’i “Alplerimle ben senin
yanındayız Ertuğrul Bey’im” derken görmek kabul olunmuş dua gibi geldi bana.
Çünkü geçen hafta okuyanlar hatırlayacaktır, Tuğtekin için “Onu daha iyi, cesur
ve kahraman yapamaz mıyız?” diye yazmıştım. Tabii ben bu dilekte bulunurken 43.
bölüm çoktan çekilmişti ama demek ki aklın yolu birmiş ve Tuğtekin’in artık
dönüşmesi gerekiyormuş. Bundan son derece memnun olduğumu yeniden ifade etmek
isterim
vur şanlı silahınla Doğan Alp!
Efendim gelelim Noyan’ın inine düzenlenen baskına. Alpbaşı
Gündoğdu’nun önderliğinde adım adım Moğol çadırlarına ilerleyen Kayı ve Dodurga
Alpleri, korkudan kaçan Tangut ve Şaman’ın dışında bütün Moğol askerlerini dize
getirdi. Ulu Bilge Şaman, henüz Oğuzlar’ın saldırısına uğramadan önce Noyan’a
bu saldırının hatta yenilginin ipucunu vermiş ve Noyan’ı öfkeden delirtmişti.
Fakat korkunun da öfkenin de ecele yahut mağlubiyete faydası yoktu tabii. Noyan
hana gitmeyip orada kalsaydı bu çarpışmanın neticesi değişir miydi? Seyrederken
bunu düşündüm biraz. Noyan hana gitmeseydi ama Ertuğrul da gitmeseydi o cengin
sonucu değişmezdi. Bir parça daha lezzetli olabilirdi belki. Ertuğrul zaten
muazzam bir savaşçı. Noyan’ın da güçlü, cesur ve iyi bir savaşçı olduğu
konusunda hemfikiriz sanırım. Bu durumda sonuç değişmezdi ama Noyan,
Ertuğrul’suz bir Oğuz’u zorlayabilir ve çarpışmanın neticesine etki edebilirdi.
Olasılıkları şöyle bir kenara alıp dün gece yaşanan baskınla ilgili konuşacak
olursak, itiraf edeyim nefessiz kalarak seyrettiğim sahnelerden biriydi. İçimde
uyuyan Nene Hatunlar, Kara Fatmalar dile gelip “bir kılıç da ben alayım da
dalayım Moğol keferesine” diye yollara düştüler. Alpler Moğol askerleri ile
cenk ederken, handa bulunan Sungurtekin ve Ertuğrul’un Noyan ile çarpışması
seyircinin o iki sahne arasında koşturup heyecanın dozunun artmasını sağladı.
Niye bilmiyorum Sungurtekin’in öleceğini sanmıştım o sahnede. Hatta Hayme Ana
evladının dirisini beklerken ölüsüne mi sarılacak diye hafiften dize vurup ağlamalı
modlara girmiştim ama bi baktım Sungurtekin ölmedi. İyi ki! Geç bulup tez
yitirmek istemezdik hiç. Yaralandı gerçi ama olsun.
Bu arada daha o safhaya
gelmeden Ertuğrul ile Sungurtekin’in buluşma anından söz etmek isterim. Sungurtekin’in
başına gelenleri bir bir anlatması, en başından beri çok vâkıf olmadığımız
Sungurtekin mevzuunda seyirciyi aydınlatmak amaçlıydı sanırım. Başarılı da
olundu. Sungurtekin Moğol ordusuna nasıl katıldı, ne zaman vazifelendirildi,
nasıl döndü? Ertuğrul’u bilgilendirirken hepimiz anlatılanlardan nasibimizi
aldık. Gecenin olayı, Sungurtekin’in Ertuğrul’a Oğuz Kağan mührünü vermesiydi.
“Ne işe yarayacak bu mühür?” diye soran Ertuğrul’a ağabeyi, “mühür görünendir gardaşım” diyerek maddi bir
güçten ziyade manevi kuvveti işareti etti. Bu vesileyle mührün Oğuz boylarının
birleşeceğinin ve bunun Ertuğrul Bey sayesinde olacağının da işareti verilmiş
oldu.
Hayaller katliam, gerçekler hezimet Noyan Efendi.
Mührü duyunca hasedinden çatlayacak gibi olan Noyan
Hazretleri handa terör estirip iki kardeşin de orada canını almaya ve mühre el
koyup zafer elde etmeye pek niyetliydi. Amma tabii hesaplar birbirine uymadı.
Bir Türk cihana bedeldir Noyan Efendi, Süleyman Şah’ın iki yiğit evladı senin
bir avuç cırcır böceği misali öten askerine boyun mu eğecekti? Eğmedi tabii.
Mührü bir ara ele geçirip muradına hasıl olduğu düşüncesiyle erken sevinen
Noyan’cığımız Ertuğrul Bey’in çok şık bir hareketiyle hop.. mührü kaptırdı.
Uğradığı hezimetle arkasına bakmadan inine koşan Noyan bir de ne görsündü? Oğuz
Alpleri taş üstünde taş, çadır üstünde çadır koymamış, Noyan’ın mekanına o çok
istediği Oğuz’un mührünü vurup gitmişlerdi. Kahraman askerlerinin yasını tutmak
için toprak altına giren Noyan, şimdi hangisine yansındı? En iyisi her şeye
yeniden başlamak ve Ögeday’dan yeni bir öncü birlik talep etmekti. Bunca ağır
bir yenilginin intikamını şüphesiz korkunç bir planla alacaktır Noyan. Muvaffak
olur mu olmaz mı bilmem ama tarihte mağlup olduğunu bildiğimiz bu komutanın yine
de kolay lokma olmadığına eminiz; dizide
de bunun böyle işleneceğini düşünüyorum. Yani Noyan’ın acımasız tuzaklarından
daha pek çok örnekler seyredeceğiz bence.
Baskın sırasında pusatını kenara bırakıp bir zaman
alpi olduğu Gündoğdu Bey’in önünde diz çöken Hamza’nın hali bir tek beni etkilemiş
olamaz değil mi? Aslında itiraf etmek gerekirse kafamdaki senaryo, bizimkiler
Moğol’a saldırınca Hamza’nın ve beraberindeki Alplerin bir hareketle
kılıçlarını Moğol’a sallamalarıydı. Hamza’yı hainliğe bir türlü
yakıştıramıyordum çünkü ve bundan kaynaklanan tükenmez bir umut vardı içimde:
Hamza aslında Noyan’ın yanında casus olarak vazifelendirilmiş!! Ben benim
senaryomu kalbimin derinliklerine gömüp reelde seyrettiğimize döneyim. Ben yine
de Hamza’nın idam edileceğini düşünmüyorum. Efrasiyab’ı ifşa edip bunun
hürmetine bağışlanacak ve sonra da Noyan’a karşı savaşacak diye tahmin
ediyorum. Çünkü Hamza’nın hem güçlü bir karakter olduğu, hem iyi bir asker
olduğu ve hem de karaktere hayat veren Tolga Sala’nın çok başarılı olduğu
görüşündeyim. Benim için -alpler içinde- Tuğtekin’den sonra beni kendisine
inandıran ikinci isimdir. Bunca artısı varken Hamza’nın gözden çıkarılmaması
gerektiğini düşünüyorum. Yine bu benim senaryom tabii. Kalemin sahibi ne der,
ne düşünür bekleyip göreceğiz.
*Diriliş Ertuğrul
ekibi bu hafta sosyal medyada kullanmak üzere Kutlu Fetih etiketini seçmişti.
Ben de oradan esinle başlıkta Fetih Sûresi’nin üçüncü âyetini kullanmak istedim.
Şüphesiz yeni bir yola çıkan, taze başlangıçlar yapan, hayrın ve iyiliğin
kapısını zorlayan herkesin bu âyet-i kerîmelerin ışığına ve rehberliğine
ihtiyacı var. Dünyanın neresinde Hakk, adalet ve hürriyet üzere mücadele eden
insan varsa başlıktaki bu âyet onlara gönderilmiş bir duâ olsun. Bu uğurda can
veren şehitlerin ruhları şâd olsun. Kalanlara muzaffer olmayı nasip etsin
Allah.
İstanbul’un fethine atfedilmiş olsa da “bütün
fetihler bizimdir” diyerek Arif Nihat Asya’nın kaleme aldığı Fetih Marşı’nı yazının sonuna
bırakıyorum. Okurken eşlik edecek bir yol arkadaşı ararsanız benden size
armağan olsun.
Emek veren herkesin ellerine sağlık efendim.
Haftaya görüşmek dileğiyle.