Kılıcım keskin, gücüm derin. Polat'ı da aldık ya, bundan sonrası Allah kerim.
Babil sergisi merkezli olaylar bu sefer birbirine iyi bağlanmıştı. Son birkaç bölümdür gelişmeler arasında olan kopuk bağlantılar ardından gerçekten iyi geldi. Kılıcı saraydan çıkartacak Kuzuzadeler ve peşindeki bay Ferdinand ve ahvali… Çok güzel çatışma vallahi. Jurgen kargoyu takip ederken Gölge’nin aracın boş olduğunu anlama şekli nefisti. Biraz Italian Job filmini andıran bir yöntemdi ama çok yakıştı ve Hakkı beni çok şaşırttı. Boşuna her devrin adamı olmuyor adam. Ferdinand’a feyk atmak her babayiğidin harcı değil.

Karun’daki sırıtışı görüp de gülmeyen var mı? Muazzam keyiflendiğini geçen bölüm yazısında da söylemiştim zaten. Yusuf’un şaşırtmalarına karşı merakı kabarmış ama bu hiç iyi bir şey değil. Merak kediyi öldürür demişler. Nitekim Polat’ı öldürmek istemeyen, ailesine de kıyamayan Yusuf bıçağı resmen karşı tarafa soktu. Yusuf’un bu yönü bana ümit verdi. Kafası Polat’dan daha farklı çalışıyor. Polat “bana Allah yeter” der alayına gider yapardı. Yusuf ise fitneyi öyle bir saldı ki kolay kolay iflah olmaz artık orası.

Safiye yeniden savaş alanına gidecekmiş. Başına gelecek var belli. Yanındaki kızı önce beğenmiştim ama bu bölüm resmen rahatsız oldum. Bangır bangır “bende bir numaralar var” diyor. Safiye’miz de aşırı saf olunca insan korkuyor tabii. Bir anda ev sürekli kıkırdayan ve ne olduğunu bilmediğimiz bir kızla daha bir hafta önce yolda gördüğümüz adamla doldu. Hiç hayra alamet değil.

Sevgi mi demiş hakikaten?

Ne zamandır Saf’iye demiyorum ama yakında yine diyeceğim galiba. Oradaki çocukların öncelikle sevgiye ihtiyacı varmış. Tüm dünyanın kabul ettiği Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi hiç de öyle demiyor sevgili Safiye. Maslow diyor ki önce fizyolojik gereksinimler arkadaş. Yani hava, besin, su, uyku falan… Sonra diyor güvenlik gereksinimleri gelir. Ardından sevgiye ve sevecenliğe ihtiyaç duyarız. Yani Safiyecim onların senin götüreceğin “cınım nısılsın” yaklaşımına ihtiyaçları yok. Onların barınmaya ve beslenmeye ve temizliğe falan ihtiyaçları var. Bunlar olduktan sonra merak etme ihtiyaçları olan sevgiyi oradaki insanlar yine birbirine gösterecektir. Sana yine ihtiyaç yok yani. Safiye’nin bu bakış açısı klasik batıcı, kendini üstün gören ve lütfeden bir bakış açısı. Bunu sevmiyorum işte…

Bay Ferdinand'ın büyük toplantıya çağrılmamasına şaşırmıştım. Bu bölüm onun zaten o ailelerin hemen hepsiyle geçmişte iş yaptığını ve hala yapıyor olduğunu öğrenmemiz çok ama çok önemli bir bilgi. Polat’ın hizmetkar olarak çağrıldığı yerde Ferdinand o temsilcilerin patronlarıyla iş yapıyor. Herhalde kafalardaki Polat ve Ferdinand seviyesi netleşmiştir.

Asya ve Gölge’yi nasıl bu kadar sevdim bilmiyorum ama ikisini aynı sahnede görünce içimde bir sıcaklık oluştu. Sanırım geçmişi özlemek Vadi seyircisinde bir refleks oldu. İkisinin arasındaki diyaloglar da güzel yazılmıştı. Bu bölüm Vadi’ye genel olarak farklı bir el değmiş gibiydi zaten. Biz Asya’nın planını merak ederken Gölge operasyona başladı bile. Tek kişilik operasyonlarına alıştık ama koca binaya tek başına dalması da harbiden delilik. Tek bir kurşun dahi atılmadı ki bu kabul edilebilir ama Gölge’yi görenlerin hiçbir şekilde silahına davranmaması inandırıcılığı biraz zedeledi doğrusu. Yine de şunu söyleyebilirim ki bu adama dövüş sahneleri yakışıyor. Bir şekilde öpücükle, çeşitli hareketlerle kurtarıyor.

Bi de taç çaldık mı tamamdır bu iş..

Aksi gibi kılıç da eline yakıştı. O kadar yüzyıl öncesine ait olunca insan daha büyük bir kılıç bekliyor zira Topkapı Sarayı’nda sergilenen bazı kılıçları kaldırıp sallamak için 2-3 kişi falan gerekir ama bu gayet minimalist bir silahmış. Gölge yeni oyuncağına bayıldı ama demedi demeyin o, o kılıçla öldürülür. Zaten sahneye bir kılıç girdiyse onun kan akıtmaması imkansız. 

Asya, Gölge’den çıkıp Polat’a gittiğinde ufak bir şok yaşamadım değil. Aksi gibi “oğlumdan uzak durursan Gölge’yi sana veririm” dediğinde ufak bir şok yaşadım ama hemen inandım doğrusu. Sonuçta oğlunu korumak için tabii ki Gölge’den vazgeçebilir. Aslan Akbey tarafından çok acılar çektirilen Asya'ya her ne kadar Suriyeliler meselesinden dolayı kızgın olsak da neredeyse sempati duymaya başlayacaktık. 


Polat'ı satanı biz de satarız.. En azından sevmeyiz.

Açık konuşayım, Polat’ın o teklifi kabul edeceğini düşünmüyordum. Kabul ettiğini gördüğümde çok şaşırdım. Asya’ya güvendi ve peşine takılıp Gölge’yi almaya gitti. Oysa arabalarını park etme şekillerinden tut ortadan yürümelerine kadar her şey öyle tuzak kokuyordu ki… 

Bütün hafta tartışacağımız konu hakkında fikrimi baştan net olarak söyleyeyim. Bence Polat o tuzağa gerçekten düştü. Zira o, hep Asya’ya güvendi ve ilk defa Polat’ın yüzünü o halde gördüm. Muazzam bir oyunculukla kendi kafasından geçen “yolun sonuna geldik galiba” düşüncesini bana tamamen hissettirdi. Silahını teslim edişi resmen yüreğimi acıttı.


Sık ananın kafasına çocuğum..

Asya’yı artık bu seyirci kolay kolay affetmez. Bundan sonra acılı anne tarafının seyircide büyük bir sempati uyandıracağını düşünmüyorum. Zira ben bile çok kızgınım ona! Meğer Aslan Amca’nın da haklı olduğu yönler varmış. Asya bu zayıflıklarıyla ne Aslan Amca’ya ne İhtiyarlar’a ne de bu vatana hizmet edebilecek karakterde biri değilmiş. Vallahi çok zoruma gitti yahu. Polat’dan çok bana koydu resmen.

Şimdi, Polat ve Gölge bir kez daha karşı karşıya geldiler. Güvenebileceğimiz iki şey var. Birincisi Cahit’in aldığı plaka, ikincisi de Gölge’nin kibri… Polat bu kadar uzun yaşadıysa hep bu kibir yüzünden yaşadı. Ele geçen ilk fırsatta Polat’a sıkmayanlara hep sonradan o sıktı. Gülümsemesinden belli ki Gölge de sıkmayacak ama ne yapacak?


Çok güzel dizi çooook... İzleyin diye reklam yapıyorum.

Gölge ve Polat karşı karşıya geldikleri anda aklıma RaniniTv’de yorumlarını yaptığım ve her bir karesine hayran olduğum Fargo dizisi geldi. Orada da gücü eline geçiren adam kralların tahta çıktığında yaptıklarından bahsetmişti. Önce birilerini bağışlarlar ki halk ne kadar merhametli olduğunu görsün. Sonra birilerini çok acımasızca cezalandırırlar ki halk çizgiden çıkarsa başına gelecekleri görsün.

Sahip olduğu kılıcın sembolik gücü ve Karun’un yol vermesiyle kuşkusuz o gece Gölge kral gibi hissedecek ve Polat’ın payına düşen kısım doğal olarak merhamet gösterisi olmayacak. Öyleyse nasıl bir cezalandırma olacak? Bunu haftaya göreceğiz. Gölge gibi bir manyaktan her şeyi bekliyorum ama Asya’dan bu ihaneti beklemezdim. Bak yine oraya döndüm. Ulan çok koydu bee…


Kurtlar Vadisi Pusu programımıza şimdilik veda ediyoruz sayın seyirciler. Haftaya aynı gün ve aynı saatte buluşmak dileğiyle esen kalın...

Kurtlar Vadisi Pusu 280. Bölüm böylesi müthiş bir ihanet sekansıyla bitti. 281’i gerçekten iple çekiyorum ki bu Vadi’de bir süredir hissetmediğim bir şey. Bu bölüm gerçekten farklı bir el dokunmuş Vadi’ye ve pek çok şey toparlanmış, üstüne üstlük bir süreden beri ilk defa gerçekten büyük bir merakla gelecek haftaya gidiyoruz. Yazı biraz uzadı belki ama son zamanların aksine bu sefer gerçekten hiç sıkılmadan yazdım. Var olsunlar…

Haftaya görüşürüz…

Not: Pusat’ı unuttuğumu yazıyı bitirince fark ettim. Bir yerlere de sıkıştırıp yazının doğal akışını bozmak istemiyorum. Zaten öncelikle Yasin Komutan’ın ona karşı davranışını gördükten sonra durumu değerlendirmek lazım. Sağ kolu yaparsa iki deli çok keyiflendirir bizi..

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER