İki haftalık aradan sonra 41. bölümüyle Diriliş
Ertuğrul’u evlerimize konuk ettik.
Ertuğrul Bey’in akıbetini belirleyecek olan toy
başlarken noktalamıştık geçtiğimiz bölümü. Bu hafta aynı yerden perde açıldı.
Gümüştekin’in idaresindeki toyda hepimizin tahmin edeceği gibi Ertuğrul
aleyhinde bir karar çıktı. Bütün deliller, tanıklar onun aleyhine düzenlenmişti
zaten. Fakat ne gam.. “Allah var gam yok” diyerek olanca teslimiyetiyle
hakikati beklemeye koyuldu Ertuğrul Bey. Dışarıda bekleyen Kayı ahalisi ise hiç
susmadan bölüm başından sonuna dek aynı şevkle “Ertuğrul Bey’im çok yaşa!” diye
bağırarak hem beylerine destek oldular hem de yazıya başlık bulmamda bana
kolaylık sağladılar.
Korkut Bey yine beni benden aldı, dertlere saldı.
Yaramaz bir çocuk gibi kimseyi dinlemeden “Hadi öldürelim, hemen öldürelim,
banane öldürcem!” kıvamındaki sızlanmaları, hadisenin neticesinden emin olmasam
televizyonu kırmaya kadar götürebilirdi beni. Bu kadar sinir de iyi değilmiş
bak yazınca fark ettim şimdi. Neticede tarihsel bir gerçeklik payı olsa da
kurgudan bir dünya, bir hikaye seyrediyoruz değil mi? Karakterlerle –negatif ya
da pozitif- aşırı bağ kurmayı an itibariyle kendime yasaklıyorum. Süleyman Şah
hariç. (Kendime not vol1)
Neyse.. Korkut Bey büyük bir soğukkanlılıkla
kılıcını çekip Ertuğrul Bey’in kafasını uçurmaya yeltenmişti ki birden bire
saklandıkları yerden Kayı Alpları çıkıverdi. Bamsılı, Doğanlı, Turgutlu
muhteşem üçlünün yanında bir de İbnü’l Arabî Tuğtekin’i kapıp getirince ortalık
bayram yerine döndü.
Tuğtekin’in ne diyeceği üzerine geçen hafta birtakım
yorumlar yapmıştık. Evet, Tuğtekin bildiğinden şaşmayarak “Ertuğrul suçludur”
dedi amma hadisenin aslını da açıklayıp Ertuğrul’un atfedilen suçlarla ilgili
masumiyetini herkese ilan etti. Bu ne yaman kuzenlik hiç anlamadı ben. Ölümün
kıyısından dönmüşsün, bu adam senin hayatını kurtarmış, intikamını almış, sen
gelmeden hainin kellesini uçurmuş. Bir de uğruna iftiralara maruz kalıp kafeslerde
kalmış. Seni de olup olabilecek en güvenilir insanın ellerine teslim etmiş. El
üstünde tutularak gelmişsin obaya, oh mis. Daha ne uğraşıyorsun Ertuğrul’la
yahu? Hastayım, yaralıyım da demiyor. Habire hesaplar kitaplar, laf sokmalar.
Az bi soluklanaydın kardeş!
Korkut Bey’in, Ertuğrul’un masumiyetini işittikten
sonra Kayıların çadırına gelip ondan af dilemesi hoş bir sahneydi. Hayme Ana ve
Ertuğrul’un verdiği birlik ve dirlik mesajı içeren yanıtlar ise tam da
bugünlerde yaramıza merhem diye sürülecek cinstendi.
Geçtiğimiz bölüm yine burada konuştuğumuz bir başka
konu Halime ile Deli Demir’i kurtaran cengaverin kim olduğu idi. Hemen hepimiz
Sungurtekin demiştik ama sonra bir “acaba?”larla kendi kendimizin kafasını
bulandırdık. Hiç gerek yokmuş oysa, o kahraman Sungurtekin’miş. Bu hafta onları
göremedik ama gelecek bölüm Selçuklu sarayında Sultan Alaaddin ile
buluşmalarında müşerref olacağız diye tahmin ediyorum.
İbnü’l Arabî "Fütuhat ehline müjdelenen
fetihler bir bir gerçekleştirecektir. Allah’ın vaadi yakındır. Cihan, fetih
sancısının eşiğindedir. Beklediğimiz kutlu fetih ırak değildir.” cümleleriyle
gönüllerimizi titretti yine. Bu ruhumuzu dinlendiren sahnelere feci halde alıştık.
Bazen ara veriliyor, o durumlarda eksikliği derinden hissediliyor, iletmiş
olalım.
Goncagül-Gündoğdu izdivacı konusunda ise henüz
benim ümidim tükenmiş değil. Bu izdivacın olmayacağı yönünde bir ümit bu tabii.
Selcan Hatun’un da kalender kalender “Sen nasıl mutlu olacaksan öyle olsun
bey..” deyişine hasta oldum. Yüce Yaradan , Selcan’a verdikçe veriyor iyiliği,
sabrı.. Bak ben olsam o çadırı dağıtırdım meselâ..
Dodurga’yı ters köşeye yatırıp Ertuğrul Bey yerine
Gündoğdu’yu Alp Başı’lığa getirmek fikri şahaneydi bence. Tuğtekin’in de,
Korkut Bey’in de ve dahi oradaki kimsenin aklına gelmeyecek ve bahane
üretilemeyecek bir teklifti. Böyle zekâ kokan ters köşelere bayılıyorum.
Atalarımızın mütemadiyen iftiraya uğradıkları, katil diye yaftalandıkları, sürekli
hainler tarafından aldatıldıkları bir dünya seyretmekten ciğerimiz soldu. Evet,
onları da bilmek, görmek, seyretmek lazım. Sonuçta hikayenin akıp gitmesi için
çatışmalara, kurgulara ihtiyacımız var tartışmasız. Ama yanı sıra bu tip zeki,
parlak fikir ürünü sahneleri de sık görürsek keyfimize diyecek olmaz diye
düşünüyorum.
Ben bu satırları yazarken Diyarbakır/Çınar
karakoluna hain bir saldırı düzenlendiği haberi düştü sitelere. Her sabah
bıkmadan empati yaparak uyandığımız şu güzel ülkede "barış ve kardeşlik" türküsünü diline dolayıp bir yandan da masumun
kanını dökmekten geri durmayan bu insanları asla anlamayacağım. Beş aylık bir
bebeğin bombalı saldırıda yanarak can vermesi hangi bölgeden bakarsanız, hangi
dilden okursanız insanlık suçudur. “Bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz” diyen herkes bu fikri ve zikrinde samimi ise önce
teröre karşı birleşmelidir. Kardeşlik bu milletin mayasında mevcuttur zaten.
Araya nifak sokmak isteyenler geri dursa biz birbirimizin yaralarını sarıp yola
devam ederiz.
Ayağına taş değse, içimizin sızladığı şu canım memlekette
diliyorum bütün sancıların dindiği, yaraların sarıldığı günlere erişelim tez vakitte. Hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza rahmet dilerim.
Allah plan kuranların da, oyun bozanların da en büyüğüdür. Ve bizi bizden daha
çok düşünür. Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretlerinin de buyurdukları gibi: “Görelim Mevlâ neyler/Neylerse güzel eyler..”
Emek veren herkesin eline sağlık.
Haftaya görüşmek dileğiyle.