Muhteşem Yüzyıl Kösem, yayın hayatına başladığı günden beri
belki de en büyük sınavını dün akşam verdi. Son haftalarda Beren Saat’in
kadroya dahil olacağının açıklanmasıyla birlikte Anastasia / Kösem
karakterindeki oyuncu değişikliğinin nasıl olacağı büyük merak konusuydu. Saat’in
kadroya yedinci bölümde dahil olacağı daha dizi başlamadan önce açıklanan, baştan bu
şekilde planlanmış bir hamle olmasına rağmen, geçtiğimiz haftaki yazımızda da
belirttiğimiz bazı sebeplerden ötürü yapım için normalde olması gerektiğinden daha
kritik, daha hayati bir önem taşımaya başlamıştı. Geçen haftaki yazıyı okumak ve konuyu hatırlamak isteyenleri şöyle alalım..
Evet, en başta da söylediğim gibi dün akşam yayınlanan bölüm, normalde olması gerekenden daha kritik bir önem taşıyordu zira senaryonun bu noktasında oyuncular
arasında yaşanacak olan bu değişimin seyirciyi ne derece ikna edeceği ve
değişimin ne kadar ikna edici bir şekilde anlatılabileceği dizinin kaderini
belirleyecek hayati unsur konumuna gelmişti.
Topkapı Sarayı değil, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu... Bu sihirli koridordan geçen herkesin saç rengi ve göz rengi 180 derece değişir, bütün kötülüklerden korunurlarmış. EXPECTO PATRONUM!!!
Bölümü izlediğimizde yapım ekibinin tahminen en beklenmedik yolu seçerek,
Anastasia Tsilimpiou’dan Beren Saat’e geçişi seyirci için herhangi bir mantıklı
açıklama temeline gerek görmeden tamamen bir önceki bölümün gayet olağan bir devamı
gibi tasarladığını ve Saat’i kadroya, sanki kendisi dizinin en başından beri zaten
kadrodaymış gibi, sanki karakterin gençliğini Anastasia Tsilimpiou hiç
canlandırmamış gibi gayet “alelade” bir şekilde dahil ettiğini gördük. Bölümün
fragmanları yayınlandığı andan itibaren hemen herkesin beklentisi bölümün zaman
atlamasıyla açılacağı, Saat’in gelişinin flashbackler eşliğinde, saray
ahalisinin o geceyi ve Anastasia karakterini Beren Saat’in suretinde
hayallerinde canlandırması şeklinde olacağı yönündeydi.
Gerçekten bu şekilde
gösterilmiş olsa belki o kadar da “inandırıcılıktan uzak” olmayacak ve seyircinin
gözünde daha çabuk kabullenilebilecek bir geçiş olacaktı bu. Ancak gerçekten
tam da fragmanlarda gösterildiği gibi Sultan Ahmet’in odasından çıktıktan sonra
sarayın koridorlarında yürürken oldu bittiye getirilmiş bir şekilde bir anda fiziksel
anlamda “dönüşüveren” bir Anastasia gördük. Şüphesiz ki büyükçe bir kesimden
tepki çeken ve üstüne oldukça tartışılan bir tercih oldu bu. Dizi sosyal
medyada Perşembe akşamının galibi olurken, yapılan yorumların ve atılan
mesajların neredeyse tamamına yakını bu tercih üzerineydi.
Yürüyün gidin leeeeeennnn, gebertmiyim hepinizi!!!
Bu tercihin sonuçlarını iki şekilde yorumlamak mümkün. Lafı
hiç dolandırmadan çoğu kişinin dillendirdiği şeyi biz de söyleyelim. Evet, böyle bir
değişim gerçekten de yapılabilecek en “olmamış” değişimdi. Hem Muhteşem Yüzyıl
gibi bir dev prodüksiyonun kendisi, hem de 6 haftadır diziyi sadık bir şekilde
takip eden seyirci kitlesi bundan çok daha “inandırıcı” ve “mantıklı” bir
açıklamayı hakediyordu. Üstelik az önce yazdığımız beklentilerdeki gibi bir flashback yoluyla yapılması çok da kolay bir şeydi. Bunun
yerine değişim sahnesi için doğrudan, bu tür kritik detayları pek de
önemsemeyen günlük
pembe dizilerde yapıldığı gibi karakter için “dün başka oyuncuydu,
bugün de başka oyuncu” tarzı bir politika benimsendi.

Arkadaş, tutturdular saç rengi de, saç rengi diye. Şimdi yolacağım hepsinin saçını başını.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Burada ise yapım ekibinin sahip
oldukları dezavantajı bir şekilde kendi lehlerine çevirdiğini görüyoruz. Malum,
dizi ilk bölümü haricinde hep senaryosundaki ve karakter tasarımlarındaki zaafiyetler
nedeniyle çokça eleştirilmişti. Özellikle Anastasia Tsilimpiou’nun kadrodan
çıkmasından önce yayınlanan son 2-3 bölümde Anastasia karakterine “saraydan
kaçma” çabaları haricinde dikkate değer pek bir hikaye yazılmamıştı. Karakter
devamlı olarak bu kısır döngü içinde debelenip duruyordu. Haliyle Anastasia
Tsilimpiou, rol aldığı altı bölümün sonunda güzelliği ve sempatikliği haricinde
seyircinin gözünde “unutulmaz” ve “vazgeçilmez” denebilecek hiçbir sahnesi ve
performansı olmadan yerini Beren Saat’e bıraktı. Bu da açıkçası dün akşam
yaşanan değişimin en büyük kozuydu.
Ne saç renkleri ne göz renkleri birbirine
benzemeyen Anastasia’lardan biri gayet “olağan” bir şekilde diziden çıkarken
diğeri de gayet “olağan” bir şekilde, sanki en başından beri zaten oradaymış
gibi geldi. Açıkçası iki oyuncu arasındaki fiziksel uçurumu göz ardı ettiğimiz
zaman ekranda hiç de “eğreti” duran bir değişim olmadı. Hatta biraz komplo
teorisi kuracak olursak, acaba fiziksel anlamda Tsilimpiou’ya hiç benzemeyen
Saat’in gelişini bu kadar normal kılabilmek için mi Anastasia karakterine seyircinin
gözünde kalıcı bir yer edinmesin diye özellikle son haftalarda durmadan
saraydan kaçmaya çalışan ağlak kız hikayesinden başka bir şey yazılmıyordu diye
düşünmeden de edemiyor insan.
Anneeeee, kim bu kadın??
Şöyle veya böyle dizi kendisi için en kritik eşiklerden birini
fazla yara bere almadan atlattı. Total’de hâlâ olamasa bile AB grubunda üst üste
ikinci defa birincilik koltuğuna oturarak yerini sağlamlaştırmaya devam ettiğini
de kanıtlamış oldu. İşin mutfağında bulunmayan, sadece kendisine sunulanı
eleştirme lüksüne sahip olabilen seyirciler olarak dizinin şimdiye kadar
yaptığı oyuncu tercihlerini neden bu şekilde yaptığını, yayınlanan ilk
fragmanlarında Kösem Sultan’ı canlandıran, son günlerde yurt dışındaki
başarılarıyla adından söz ettiren ve hem saç rengi hem göz rengi olarak Beren
Saat’e neredeyse öz kardeşi gibi benzeyen genç oyuncu Güneş Nezihe Şensoy’un
neden en başından beri Kösem karakterinin gençliğini canlandırmadığını, aynı
karakter için neden fiziksel özellikler olarak birbirine uymayan iki oyuncu
seçilerek inandırıcılığı yok etme ve seyircinin tepkisini çekme pahasına gereksiz riske girildiğini hiçbir zaman
bilemeyeceğiz. Bundan sonrası için yapılacak en mantıklı şey, besbelli ki bu
değişimde seyircisinin anlayışına sığınan TIMS Productions ekibine şans vermeye
devam etmek ve yolun en başında talihsiz bir şekilde tökezleyen, yalpalayan yapımı
kült karakterleri Hürrem Sultan gibi küllerinden doğan anka kuşu misali
şahlandırıp şahlandıramayacaklarını bekleyip görmek.
Onu bunu bırakın da, saray setlerimiz bir şahane yahu. Sanırsın gerçek saray.
Bu arada hazır yeri gelmişken bir detayı ve bir fikri paylaşmakta da fayda var.
Malum, Türk seyircisi acımasızdır ve eline geçen ilk fırsatta izlediği
yapımları linç etmeye bayılır.
Muhteşem Yüzyıl da zaman zaman özellikle kendi
seyircisi tarafından çok eleştirilse bile bu eleştirilerin çoğu aslında diziyi
sahiplenmekten kaynaklanır. Dün akşam yaşanan oyuncu değişikliğinin gerçekleşme
şeklinden memnun olmayan seyirciler Türkiye piyasasını bırakıp, yapım ekibinin bu değişikliği
asıl yurt dışındaki seyircilere nasıl mantıklı bir şekilde izah edeceklerini merak
ettiklerini yazıp çizdiler bol bol. Haklı bir endişe diyelim. Şimdiye kadar
dünyada en fazla ülkeye pazarlanıp Türk dizi piyasasını yurt dışında en başarılı
şekilde temsil eden yapım olunca haliyle beklentiler sırf Türk seyircisi için
değil yurtdışındaki seyirciler için de yüksek tutuluyor. Dizinin Türk dizi piyasasını falan geçin yurt dışı piyasasına yaraşır bir seviyede olması isteniyor. Ancak bilmeyen okurlar
için söylemekte fayda var.
Muhteşem Yüzyıl’ın üçüncü sezonunun finalinde Vahide Perçin beklenmedik bir anda
Hürrem Sultan karakterini devralıp ekranda ilk defa göründüğünde yine çok
acımasız eleştiriler yapılmış, role fiziksel olarak henüz tam hazırlanamamış
olan Perçin’i “keşke 3. sezon finalinde değil de Meryem Uzerli’nin gidişinin
etkisi de biraz dinince 4. sezonun ilk bölümüyle birlikte ilk defa
gösterselermiş” yorumları yapılmıştı. Dizinin yurt dışı gösterimlerinde bu eleştiriler iyi okundu ve işte tam da bu yapıldı. Türkiye haricinde diziyi yayınlayan bütün ülkelerde
Hürrem’in yıllar sonra tekrar saraya gelip Süleyman’la kavuştuğu sahnede Vahide
Perçin’in yüzü hiç gösterilmedi ve kendisi yeni Hürrem olarak ilk defa 4. sezonun
ilk bölümüyle birlikte seyircinin karşısına çıktı. Yani biraz daha kilo
verdikten, saçının rengi daha iyi bir şekilde ayarlandıktan ve kendisine özel
kıyafetler son hallerine uygun hale getirildikten sonraki görüntüsüyle.
Kösem’de
yaşanan bu “akıl almaz” değişim konusunda yapım şirketi yurt dışı
gösterimlerinde nasıl bir politika izler bilinmez ama, dizinin ilk bölümünün görsel
dokusunu bozmayacak şekilde, bölümün en başına Beren Saat’in geçmişini
hatırlarken gösterileceği bir sahne eklenirse bizim izlediğimiz ilk 6 bölüm çok
kolay bir şekilde yurt dışındaki seyirciler için bir “flashback” gibi
sunulabilir ve hiçbir sorun kalmaz. Tabii sarı saç-mavi göz olayı için
yapılacak bir şey olmadan. Bizler için bu şekilde oldu artık ama yurt dışındaki
seyircilerin durumunu o kadar da dert etmeye gerek yok bence.

Bak beni deli etmeyin, vallahi sinirleriniz bozulana kadar gerdan kırarım.
7. bölümün geneli hakkında da bir-iki kelam etmeden
bitirmeyelim: Bölüm dizi için ikinci bir “başlangıç” özelliği taşımasından
dolayı ilk saatini Beren Saat’in gelişine ve Anastasia’dan Kösem’e dönüşümüne -karakterin monologlarını ve tiratlarını biraz fazla abartarak ve yer yer gereğinden
fazla uzatarak- ayırdıktan ve tıpkı 6. bölümün genelindeki gibi acele acele bu
işi hallettikten sonra rayına oturdu ve siyasi entrikalarıyla göz doldurdu.
Bölümde yeni baştan doğan tek karakter Anastasia da değildi üstelik. Son iki
bölümün başrol oyuncusu diyebileceğimiz kutsal cevşen ve bin türlü efsun, büyü
vs. metafizik buluşlarla Allah’ın bir hikmeti sonucu nihayet hasta yatağından
kalkabilen Ahmet de bir anlamda yeniden doğdu ve şimdiye kadar taşıdığı o
ürkek, çekingen, pasif genç padişah kabuğundan sıyrılıp nihayet cesur, kararlı,
güçlü ve kendinden emin, otoritesini koymaya her zamankinden daha çok hazır Sultan
Ahmet kıyafetlerini giydi.
Şükür ki Ahmet karakterinin motivasyonundaki bu
değişim, Beren Saat’in gelişiyle birlikte Anastasia karakterinin bir bölüm içinde
kuzudan kurta evriliveren, tam anlamıyla daha dünkü cariyeyken bugün 40 yıllık
Safiye Sultan’a kafa tutabilecek kadar absürd bir şekilde değişiveren kişilik özelliklerinden çok
daha inandırıcıydı ve iyi detaylandırılmıştı. Anastasia karakterindeki bu ani
değişiklik, dizide herhangi bir zaman atlaması yaşanmadığı için, daha çok diziye
hareket ve bir an önce karakterler arası çatışma noktaları kazandırmak için yapılmıştı şüphesiz
ama bu gibi çıkışların biraz daha törpülenip inandırıcı seviyeye çekilmeleri karakterin
inandırıcılığı açısından da daha olumlu olacaktır.
Şimdi biz Game of Thrones'çuluk oynuyormuşuz Zülfikar Ağa. Sen Jamie Lannister'mışsın, ben de Alton Lannister. Birazdan ellerini çözüp beni gırtlaklayacakmışsın. Tamam mı?? Hadi başlayalım.
Son iki haftadır diziyi iyiden iyiye etkisi altına alan ve tarihi olayları bir
anda “fantastik kurgu”ya çeviren dini temelli metafizik detayların, Sultan
Ahmet’in mucizevi şekilde iyileşmesi ve Anastasia’nın mucizeyi yaratıp Kösem
adını almasıyla birlikte görevlerini yapmış olarak artık makul seviyelere çekilmesinin
vakti ve dizinin bu tür kilit hikaye dönemeçlerinin tamamen “hurafe” temelli
çözümlemeler üzerine kurulmasının sonu da umarım bu bölümle birlikte gelmiştir
diyelim. Geçen hafta da yazdığımız gibi bu kadar aşırı dini referans ve
muhafazakar söylemler
Muhteşem Yüzyıl gibi bir dizinin oyun alanı değil.
Tadında bırakmak en güzeli.

Müslüman olmanın ilk şartını söyleyeyim sultanım : Kadın kısmı dervişlerin, şeyhlerin önünde göğüs çatallarını fora etmez. Bir de tabii çalıp çırpmayın ^^
Artık bundan sonra rayına tam anlamıyla oturacak ve gereksiz
Game of Thrones benzerliklerinden yakasını kurtarıp ilk dizinin özgünlüğüne ve
çarpıcılığına kavuşarak yoluna devam edecek bir Kösem izleyebilmek umutlarıyla…