Haftalar evvel, kışın bütün o pusu ve sisi altında en az
Ömer’in gözleri kadar kara ve bakışları kadar soğuk gecede deniz kenarındaki o
bankta bir başına elinde hayal kırıklarıyla bırakılıp gidilen, ondan sonra da evrilişini
takip etmekte bir hayli zorlandığım çok sevgili Defne'mizi düşürdüğünüz hallere
hayretimi dile getirerek başlamak istiyorum bölüm yorumuma.
Sana ne yaptılar
böyle Defne?
Çok değil 6 ay kadar önce, Ömer’in özel tasarım
ayakkabısını Sadri Usta’dan almaya gittiğin günü rengarenk hafızanın
karanlık bir kuytusuna hapsetmişsin belli ki ama, ben bunu aydınlatıp,
özgürlüğüne kavuşturmayı bir borç bilirim. O eğilip bükülmez sandığımız
dürüstlüğün yüzünden ayakkabıya göz ucuyla dahi bakmak sebebiyle kutuyu bir
kereliğine olsun açmadığın için ayakkabının çalındığını fark etmemiştin ve bu
senin sonunu getirmişti. Ancak o kadar dürüst, o kadar doğru ve o kadar dimdiktin
ki sonun yepyeni bir başlangıç olarak ayaklarına kapanmıştı önünde. Hâl bu iken,
Ömer’i kendine böyle aşık etmişken ne oldu da rakip şirketin -gayet uygunsuzca
önüne getirilmiş- tasarımlarına bakmak için adeta çılgına döndün? İş
hayatındaki o “gri”ler ellerine çok çabuk yapışıp seni fazla mı içine
çekti, hayat çamurunu eteklerine biraz hızlı mı bulaştırdı ne? Şimdi ise bizzat
Ömer’in elleriyle getirilmiş olan sonundan, yeni başlangıçlar istemeye yüzün
olacak mı?
İşin içinde "kadın" olunca neden hep bir dolap dönüyor? :S
Üzülerek söylüyorum ki aynı Ömer gibi ben de “asistan Defne”yi
seviyormuşum ve o kızın gittiğini duymuş olmak beni bir hayli yıktı. Defne’nin
güçlenmeye ihtiyacı olduğunun, artık bu kadar eziklenmemesi gerektiğinin baş
savunucusularından olan ben; keşke hep o saftirik, eli ayağına dolaşık, bir hayli
“asistan” haliyle kalsaymış diyorum şimdilerde. Üzerindeki o yavru ceylandan
hallice ürkekliğini atmış olması hiç iyi gelmedi kendisine. Başkasının oyununda
üstlenmek zorunda kaldığı rolünden ziyade, Defne’ye damardan verilmiş olan bu
özgüveni birkaç beden büyük geldi sanki. Deniz Tranba karşısında takınmış
olduğu tavrından tutun, Ömer’in el emeği göz nuru tasarımlarını gayet ahlaksız
bulduğum bir biçimde önlerine getirmiş olan Sude’ye, sanki Sude zaten hep
Ömer’in tasarımlarını çalıp baksınlar diye önlerine getiriyormuş gibi bir an
olsun bu yapılana şaşırmamış olmasına kadar her hali ve hareketi “Defne aslında
nasıl biri?” diye sorgulamaya itti. Sorguladım da ancak aynı Koray’ın
“Ömer senin neyine vuruldu bu kadar?” sorusu karşısında Defne’nin tabir-i caiz ise
dona kalması gibi "kal geldi" bana da, cevap bulamadım…
Her şeye rağmen tamam, bunların hepsi bir nebze olsun
affedilebilir şeyler. Ömer gibi “buraya kadar neyse" diyelim de, peki ya ona
“güvenmeyen” sevdiği adama karşı takındığı tavırları? Bunu içinde “gurur”
barındıran hangi literatür olağan kılar? “Aşkta gurur olmaz” mottosunun biraz
cılkı çıkmadı mı sizce de? Çünkü Defne’nin bu gurursuzlukta level atlatılmış
halleri bir hemcinsi olarak beni yerin dibine sokmakla kalmayıp sinirlerimi hop
tepeme tepeme dikiyor. Eskisi gibi şapşallıklar yapıyor olması belki biraz
zihnimizi bulandırmış olabilir lakin bizim ve bilhassa Defne’nin içini
paramparça eden maziyi nasıl bir kalemde silip atabilirler böyle? Hiçbir şeyden
etkilenmiyor olmakla suçladığı Ömer’den ne farkı kaldı şimdi? Nerede o yediği
haram, geceleri zehir, aşkından kafayı yemiş olan Defne? İnsan bir yanını
büyütürken ötekisi kör, topal mı kalıyor hep böyle? Kendimize olan inancımız
ile sağduyumuzu başa baş büyütmekte neden bu kadar aciziz? Ah Defne ah, karman
çorman ettin beni yine!

Ömüşüm bakma öyle yaralı yaralı :(
Ömer’e kızdığım, dudak büzüp karşısında çocuk gibi kollarımı
bağladığım çok an oldu. Gel gör ki dönüp dolaşıp yine ona sığınmaktan kendimi
alamaz oldum. Gidişatından bir hayli korktuğum hikayeye bir de onun kanatları
altından bakınca az da olsa güvende hissettim belki de kendimi, ne bileyim? Zira
bütün o “Ömer çok değişti!” serzenişlerime rağmen fark ediyorum ki eğilip
bükülmeyerek, açısını hiç değiştirmeden 90 derece yoluna devam eden bir o
kalmış. Sude’ye oynadığı oyunu sonuna kadar destekledim. İntikam almak Ömer
gibi zarif bir beyefendiye yakıştı mı diye sorarsanız da, vallahi ben çok
yakıştırdım. İntikamı soğuk yemedi, gayet de sıcacık bir kahve gibi yudum yudum
içti beyimiz, oh yarasın. Yarasın da, içtiği sıcacık kahveyi boğazından aşağı
boca edip cayır cayır ciğerini yakmazlar inşallah. Bundan sonra izleyeceğimiz
Sude şimdikine oranla çok daha kötü ve karşı konulamaz olacak gibi geliyor bana
çünkü.

Yanlışlıkla ileriki bölümlerdeki Koray sahnelerini de bu bölüme montajladılar zahir...
Neriman’a uzun zamandır içten içe bir gıcıklık besliyordum.
Başlarda sevmelere ve bilhassa gülmelere doyamadığım bu hanımefendi beni bir
hayli itiyordu son zamanlarda. Ancak paranın geri ödemesini kabul etmeyip,
Defne’yi bu oyunun içine hapsetmiş olması bu hislerime bir mola verdi. Ömer ve
Defne’nin yalın ve saf bir ilişki yaşamasını istemiyor oluşumdan değil elbette.
Sadece mıknatısın aynı kutbu haline gelip birbirlerini ve
bizi itiyor oluşlarına bir son mahiyetinde olacağını düşündüğümden içime hafif
hafif su serpildi ve ferahlatmadı dersem de koca bir yalan olur. Zira
tekrar etmekten çekinmediğim şekilde, gidişatından bir hayli korktuğum bu
hikaye beni buna mecbur bırakıyor. Oyun da olsa aynı mıknatısın zıt kutbu, yek
bir vücut olsunlar istiyorum. Çeksinler birbirlerini yani ey ahali!
Normalde bölüm bittikten sonra kafamda; neleri yazsam,
neleri söylesem, neleri içimde tutsam ve neleri paylaşsam diye kurar dururdum. Yazmak
için can atardım ancak bütün bölüm işte bu yukarıda yazılmış olanlardan
ibaretti benim gözümde. Önceden olsa “Haftaya kadar nasıl bekleyeceğim şimdi?” diye içim içime sığmazdı. Muştuluk! Artık içim içime sığıyor, ben
benden taşamıyorum tebrikler. Nankörlük etmek de istemem, zira şu hayatta en
çok nefret ettiğim 10 şeyin ilk sıralarında yer alır. Sonuçta bu zamana kadar
güldük eğlendik, iki kötü bölüm gördük diye de diziyi “pis kaka” diyerekten
cumburlop çöpe yuvarlamak istemem yoksa kendimle çelişirim, lakin zaten yerine
yerleşmiş bir hikayeyi uçlarından sofra bezi gibi tutup bir o yana bir bu yana
çekiştirip silkerek hep bu çizgide ve “ağır çekim”de devam ettireceklerse, vay
başımıza gelenler!
Aslına bakarsanız derdim öyle çoğunluğun aksine Defne ve
Ömer’i bir arada göremiyor oluşumuz ya da ayrılıklarının yavan bir sakız gibi
uzayıp gidiyor oluşu değil (Belki biraz olabilir). Bu konuda biraz mazoşistim
çünkü. Okuduğum ya da izlediğim şeylerde çekilen her azabı kendiminmiş gibi
benimser ve bunu hissedebiliyor olmaktan da zevk duyarım (Hoş artık onu da
hissedemez oldum). Kulağa biraz değişik geliyor olabilir tabii bu söylediğim ama,
zor kazanılan şeylerin her zaman daha kıymetli olduğunu düşünürüm. Defne ve
Ömer aşkının da yaşanabilecek her zorluğu yaşadıktan sonra, üstü başı perişan
halde de olsa yeni başlangıçlara o haliyle imza atmasını isterim. Aslolan
gerçek hayat budur çünkü. Her engeli aştığını bildikten sonra alınan derin bir
nefesin tatlı mayhoşluğunun verdiği o güzel hisse eş değer başka ne vardır ki
yeryüzünde?
Defne'nin üstündeki ne öyle allaşkına? Resmen iğrenç...
Ancak şunu da söylemeliyim ki bu hafta Ömer ve Defne’nin hal
ve hareketlerini gördükten sonra bu ikilinin yeni bir başlangıç
yapabileceklerine dair inancım da giderek zayıfladı. Defne’nin hareketleri zıttıma
gitti işte, daha başka nasıl söyleyeyim? Bambaşka biri oldu çıktı,
yabancılaştım sanki kıza. Haydi biz neyse çok önemli değiliz de, Ömer “su gibi”
temiz ve saf bulduğu ama kendisinden azat edilmiş Defnesi’nin bu halini de
sever mi, tekrar elinden tutar mı, onu bilemedim işte.
Çok da takılmamak lazım tabii, illa ki bir araya gelirler. Sonuçta
hikaye “güya” onların etrafında dönüyor ama eskisi gibi olmaları ne mümkün? Gerçi iki hafta önce sormuş olsanız tam tersini söylerdim, üstüne bir de gülerdim amma
ve lakin karakterlere geri dönüşü olmayan şeyler yaptırıp, söylettirdikten
sonra zaten bir kez yapılmış olan “sil baştan”ı hunharca tüketiyor oluşları bende çok olumsuz hisler uyandırıyor. Çok bir şey değil; yine cuma günlerini eski
heyecanıyla bekleyeyim, dizi alsın beni birkaç saatliğine de olsa Ömer ile
Defne’nin yanına uçursun, derdimden tasamdan sıyırsın istiyorum.
Ay ben çok mu yakındım ne? Bir başladım duramadım valla.
İnsan kıymet verdiği şeyi hem severmiş hem dövermiş ya benimki de o hesap.
Biz bunun üstüne bir uyuyalım bence, en nihayetinde ne demişler “Uyuyalım,
hiçbir şey olmazsa sabah olur.”
Haftaya daha güzel duygularda buluşmak dileğiyle. Kendinize
iyi bakın…