* Başlık "Alemin kralı geliyoooor" melodisi ile söylenirse daha anlamlı olacaktır.
Muhteşem Yüzyıl Kösem’in altıncı bölümü için, şimdiye
dek izlediğim en heyecanlı ve merak uyandırıcı MYY Kösem bölümü diyebilirim. Başından
sonuna dek neredeyse hiç sıkılmadım. Bölümün sonunda hiç bir cevap alamamak canımı sıkmadı değil, mesela en azından Anastasia’nın ne için harekete geçeceğine dair bir
ipucu olsun isterdim. Yine de sanırım ilk kez bir MYY Kösem bölümünü
heyecanla bekleyeceğim, başından beri beklediğim heyecana sonunda kavuştum, hadi hayırlısı…
Bir yandan Ahmed’in amansız hastalığı çiçek, diğer
yanda Anastasia’nın suçlanması, kızı Anastasia’yı bulmaya saraya kadar gelen
babası, Şahin Giray’ın etrika dolu ifadeleri, Safiye Sultan’ın karşılıkları
derken bölümün hikâyesi oldukça sürükleyiciydi. Bu bölüm karanlık beni çok da
rahatsız etmedi. Gözlerim mi alıştı bilemiyorum. Açıkçası ben izlerken açık
bulmaya çalışmaktansa, izlediğimin içine girip sürüklenmeyi tercih
eden bir izleyiciyim. Bu bölüm de tam sürükleniyorum, şak diye Safiye Sultan filtresi
beni kendime getiriyor.
En başta, Hülya Avşar’ın bu role en uygun yanı, birçok
yaşıtının aksine botoksla yapaylaşmamış doğal çizgileri ve güzelliği demiştim.
E ne oldu şimdi? Hayır, dört bölüm sonra böyle bir filtre uygulamanın mantığı
ne? Hülya Avşar’ın güzelliğini ve yüzündeki çizgileri magazin programlarından zaten
ezbere biliyoruz. Bir tuhaf bulanıklık yaratıp, gençleştirmenin, Handan’a Halime’ye
yaşıt gibi göstermenin mantığı ne? Mesela, yarın öbür gün Beren Saat geldiğinde
adeta kendiyle yaşıt bir babaanne mi izleyeceğiz? Hiç anlamadım, çok yadırgadım.
Zaten yanlış vurgular oldukça kulak tırmalayıcı, ortamlar karanlık, bir de
filtre gelince, ekrana bakarken arada bir kolumu sağa sola savurup, önümdeki pusu
dumanı dağıtmaya çalışıyorum.
Aşkını bakışlarına taşıyan tatlı adamlar listesine Ahmed'ciğimi de ekleyebilir miyiz lütfen?
Bölümün en etkilendiğim sahnelerinden biri Ahmed’le
Nassia’nın flashbackiydi. “Senin pervane dediğin benim” ne demek? NE DEMEK? Hayır
sen bizi romantizmden öldürmeye mi çalışıyorsun Ahmed’ciğim? Hani geçen bölüm
içimden “Anastasia nasıl bu kadar aşık oldu” diye geçirdiğimden utandım. Olunmaz
mı? Olunur. Tatlısın, kaçış yolundan geri dönülecek kadar tatlısın evet, konu
kilit!
Gözlerimi dört açtığım sahne ise kesinlikle Derviş Ağa’nın
Handan’a aşk itirafıydı. Derviş Ağa’nın padişahın ölümünde parmağı olmasını
geçen haftadan beri doluya koyuyor olmuyor, boşa koyuyor dolduramıyordum.
Derviş’in bunu aşk için yaptığına ise bayıla bayıla inanabilirim. Çünkü, celaliler isyan edip de
sarayın kapısına dayandığında kaçış yoluna çıkmayanlar bir analar bir de
aşıklardı. Handan, Halime oğullarının başında, Anastasia Ahmed’in yanında, bir
de Derviş. Çünkü dünyada yalnızca aşkın kurduğu bağ bu kadar güçlüdür.
Meğer içinde bir romantik varmış ya!
Derviş Ağa’nın içinde, büyük bir romantik yaşattığını
hep hissetmiştim de, ah ben canım, sen Handan’a mı tutuldun? Şimdi, sen her
konuya aklı eren, nitelikli cesur, gözü pek, zeki bir devlet adamı ol, sonra sırf
sevdiği kadının canı yanmasın diye Yedi Cihan’ın Padişah’ını öldür; ama aşık
olduğun kadın eziklerin birincisi olsun! Hayır neden Handan? Hani şu melonkoliler
kraliçesi soluk benizli Fahriye Sultan’a aşık oldum dese yine kabul ederim.
Adamın içinde deli bir koruma içgüdüsü var, Fahriye’ye bu yüzden gönlü kaymış
der, susarım. Ama neden Handan? Zeki desen değil, şeytan tüyü desen yok,
cilveli desen ı-ıhhh, güzel kadın ama hani bulunmaz Hint kumaşı değil. O zaman
neden ha neden? Ah aşk ah!...