Yine Defne yaptı yapacağını desem olmaz, "ah Defne vah Defne"
hiç olmaz. Zaman kazanmak en doğru çözümdü, aklınla bin yaşa. Ertesi sabah
söylediğin "biz daha sevgili olmayı beceremedik" tam tercümesiydi
gevelemeye çalıştıklarının oyundan bir haber Ömer için. Ama bizim oğlan da hedef
odaklı arkadaşım (bak ruju bozucam dedi, ruj muj kalmadı ortada), hedefine
kilitlenmiş, frenleri de patlattık geçen hafta habire yükleniyor. Oğlum bi dur
demek geçiyor içimden, durduramıyor adam ne yapsın? Hayırlısı olsun, elimizde;
tutsan tutulmaz sabun gibi kaygan bir gelin, durdurulması imkânsız frenleri
patlak bir damat var artık. Defne'nin hakkını yemeyelim ama onun kayganlığı Neriman'dan kaynaklı, yoksa onu da bu saatten sonra durdurabilmek çok mümkün
değil aslında.
Neriman ve iki yüz bin lira. İşte Defne'nin gerçeği. Ver kızım
banka hesap numaranı ver, çözelim bu sıkıntını, sen de rahatla biz de
rahatlayalım. Hatta biz daha çok rahatlayacağız galiba. Öyle zam mı istenir
arkadaş, %300 yuh artık. Kâğıda yazdığın mankenlik ücreti de kesin düz hesap
iki yüz bindir. Tamam, anladık köşeye sıkıştın, parayı ödemen lazım ama sen de
bi soluklan kızım. Necmi'ye git konuş mesela sana içinde bulunduğun durumdan
çıkışın yolunu gösterebilecek tek kişi o aslında (bana çözüm Necmi'deymiş gibi
geliyor).
Hey gidi delikanlı hey! Biz Türk erkeklerinin genetik
hastalığı sahiplenme. "Her şeyinle ben ilgilenmek isterim" diyor esas
oğlan para isteyeceksen benden iste. Bazen bu kafaları alıp kaldırıma sürtesim
geliyor. Arkadaşım karşındaki bir birey, yani kendi başına bir şeyleri yapabilme
becerisine sahip. Bırak kendi başına yapabiliyorsa yapsın, yok olmaz Defne
benim.
Defne'nin yaptıklarını bir tekrar
edelim. Dedi ki; ilişkimizi kimse bilmesin daha, Ömer'den habersiz zam istedi,
yüksek mankenlik ücreti istedi. Bunu "Benim paraya ihtiyacım var, ama ben
bunu kendi imkânlarımla çözmeliyim Ömer İplikçi'nin sevgilisi olarak değil!"
şeklinde yorumlayabilecek bir zihniyette neden olamıyoruz biz? Sinan verecekse
zammı Defne'ye versin diyor kız, Ömer'in sevgilisine değil ya da mankenlik
ücretini o yüzü görünmeyen kıza verecekse versin Ömer'in sevgilisine değil.
Ha,
sevgili olduklarının gizli kalmasını istemesinin sebebi bu değil Defne'nin o
ayrı mevzu. Ama dün akşam %90 erkeklerin aklından geçen buydu "Tabii canım
adam haklı". Haklı değil, hele hele bunu sevgisinin göstergesi olarak
değerlendirip, bu kadar triplere girmek konusunda külliyen haksız. Tabii işin
bir de öbür yüzü var, düşünün şimdi Defne gitti Ömer'e dedi ki abimin düğünü var
iki yüz bin lazım (bahane mi arıyorsun al sana bahane) ev alcam abime dedi,
düğün masrafı var dedi falan filan. E o zaman da kız para avcısı durumuna
düşmeyecek mi? İçinizden geçirmeyecek misiniz daha dün edilen evlenme teklifinin
üzerine para mı istenir? Ömer'in aklına kurt düşmeyecek mi ne oluyor diye? (Burada
sözüm hemcinslerime; anlayın kadınların da omuzlarının üstünde gaz tenekesi değil
beyin taşıyan bireyler olduğunu. Sevecekseniz öyle sevin. Yarın öbür gün
kızınız olursa öyle yetiştirin.)
Baklavalarım var, basketbol da oynarım, futbol da hatta bir
top sektiririm aklın durur. Kayınbiraderiyle böyle tanışan heralde çok yoktur. Selam
yok, sabah yok, direk bir bakalım top sektirebiliyor mu bizim damat. Hiç güleceğim
yoktu. Allah'tan bizimki sportmen çocuk, madara olmadı. Genelde bir cafede falan
gerçekleşir bu tip işler. Gergin olur,
sessiz olur herkesin kuracağı cümlesi kursağında bekler. Nihan sağolsun derste söz
alır misali girizgâhıyla ve akıl dolu sorularıyla en uzun konuşma rekorunun
sahibi oldu. Kayınbirader de on numara ama "halı saha"? Neyse, o
maçtan kanka çıkar bunlar ama benden tavsiye Ömer bol bol pas atsın Serdar'a
hatta bir iki golde attırırsa artık Ömer'in sırtı yere gelmez. Bu arada Ömer'in
kararlılığını da alkışlamadan geçemeyeceğim. Kız sabah söyledi "abimler tanışmak
istiyor" diye adam akşam mahallede aldı soluğu. Bu iş genelde mehteran
adımlarıyla gerçekleşir malum gerçek hayatta, iki ileri bir geri en iyi ihtimal
bir hafta, hatta iyi kıvırabiliyorsan iki haftaya kadar uzar bu mevzu.
Defne içmesin diye düşünüyordum, durmuyor bünyede diyordum
ama vazgeçtim. Ömer güzel söyledi "yalın, sıcak, teklifsiz". Ömer'in
hayalini kurduğu görmek istediği Defne gibi. Aslında oyun olmasa gerçekte
olduğu gibi. Bu Ömer eve bir mahzen yaptırsın bence, ondan sonra sen sağ ben
selamet, gül gibi yaşar giderler.
Sude Defne'nin peşinde artık. Kuzeni sevgilim diyor, Yasemin
Helen diyor. Sude'ye fark etmez oyarım gözünü diyor. Defne'nin başı dertte. Bu kız
bu takıntı potansyeli ile dinlemeden anlamadan saldıracak Defne'nin üzerine mi
desem, yoksa Defne ile Ömer'i birleştirmek için uğraşıp Defne'yi kendi
kulvarından çıkaracak mı? Bilemedim o kadar dengesiz duruyor ki her şey
olabilir.
Şükrü, aynadan dikizleme!
Son durum dersek şöyle bir toplayalım çıkaralım, bakalım sonu
ne olacak?
Ömer ve Defne'yi toplarsak ne çıkar mesela;
Birbirine
oldukça zıt iki insan, hayata baktıkları yerler farklı, sosyal çevreleri
farklı, eğitim düzeyleri de farklı sanırım (Defne'nin eğitimiyle ilgili herhangi bir bilgi yok şimdilik.) Bambaşka hayatlardan gelen benzer yaraları olan
iki insan. Kızımız güzel, oğlumuz yakışıklı, ama ayrı dünyaların insanları
(ayrıca Defne'nin değişiyle ayrı dünyaların bünyeleri). Bu toplamada sonuca
varmayı sağlayacak tek şey, oğlumuzun yaşadığı inişli çıkışlı gençlik yılları
nedeniyle sadece gerçek olan insanlara verdiği değer. Ömer'e ilk bakış
attığımızda, kendini beğenmiş, umursamaz, soğuk bir adam görüyoruz. Defne'ye
ilk baktığımızda ise, bizim mahallenin kızı işte. E bu ikisi yağ ve su gibi diyebiliriz, nasıl karışacaklar? Bunu tek yolu var; karmaşa. Yaşadıkları her
olay bu karışımı tetikliyor. Olay ne kadar büyük olursa karışım da o kadar iyi
hale geliyor. Bizimkiler bililmsel tabiriyle "emülsiyon" gibiler. (Emülsiyonlar kararlı değildir ve
kendiliklerinden oluşmazlar. Emülsiyon oluşumu için karıştırma, çalkalama gibi
bir işlemle karışıma enerji vermek gerekir.) Kısaca ne kadar olay o
kadar karışım diyelim. Toplamanın yolunu bulduk gelelim sonuca. Biraz ızdıraplı
bir yoldan geçse de, mutluluk çıkar bu toplamdan. Birbirlerinin eksiklerini
tamamlayarak "tek" olan bir sevgi çıkar. Birinin keskin uçlarını diğerinin
bakışları yumuşatır. Ötekinin fazladan olan naifliğini diğerinin köşeleri
törpüler. Ortaya bir tablo çıkar, romanlardan fırlamışçasına. Ama sanmayın
çalkantısız olur bu toplam. Ne kadar çok çalkalarsan o kadar iyi karışıyor
demiştik malum.
Toplama işin
kolay kısmı. Hadi biraz da çıkarma yapalım:
Ömer'den Defne'yi çıkarsak mesela?
Ömer
kaybolabilir. Sevdaya dair son kalesi gibi Defne. Hatta biraz da güvene dair
diyebiliriz. Sanki onu kaybederse bir daha kapılarını kimselere açmaz, açamaz
gibi görünüyor. Yüzeysel şeyler yaşar, ama artık kalbine kimseyi sokamaz gibi.
Hele bir de terk edilirse kimse göremez Ömer'in bir kalbi olduğunu tekrar.
Geçmişte terk edilmiş, lise yıllarında yaşamış ilk terk edilişini hayatının en
zor dönemini yaşarken (anne ve babasını kaybettiği yıllarda) ve hala oradan
izleri var belli ki. (Yanlış anlaşılmasın İz'e dair duygularından kalanlardan
bahsetmiyorum.) Defne onu dağ evinde bırakıp gittiğinde ikinci terk edilişini
yaşadı. Belki de Neriman'ın zoruyla ertesi sabah Defne'yi karşısında görmeseydi
çok daha sıkıntılı bir süreç yaşayacaktı. İçindeki öfke kemirecekti Ömer'i.
Defne arkasına bakmadan gitmiş olacaktı. (Hepimiz Neriman'a kızdık arayı bozdu
diye ki bozdu, ama devamında bence farkında olmadan iyi bir şey bile yapmış olabilir, Defne'ye geri gideceksin diyerek.) Defne'nin ertesi sabah karşısına çıkmasıyla
dengeleri bozuldu, öfkesini dışarı çıkarttı, içindeki zehri akıttı ve
sakinleşti. Hatta bir daha kaçamasın diye evlenme bile teklif etti. Kendi
içinde sevdadan çaldıklarıyla büyütemedi nefretini. İşlemin sonucuna gelirsek
bu saatten sonra Ömer'den Defne'yi çıkarırsak geriye sadece et ve kemik kalır
(bir de baklavalar), ruhunu sıyırıp atarız Ömer'in. İlk bölümde tanıştığımız bir
Ömer vardı hatırlar mısınız robot gibi, hah işte o Ömer kalır. MÖ (milattan önce), MS (milattan sonra) gibi... Ömer için
artık hayat DÖ (Defne'den önce), DS (Defne'den sonra) olur.
Defne'den
Ömer'i çıkarırsak ne olur peki?
Siner bir
köşeye yavru bir kedi misali, sessiz sessiz ağlar Defne. Kendi için, ama daha
çok Ömer için ağlar. Susar Defne, bakmaz görmez olur. Onu dört kişilik
hayatından çekip alan, hayatı sadece mücadele etmek olduğunu sandığı yerden
çıkartan adam olmadan, kimsesiz kalır yine Defne. Sadece sevdiği adam mı
sandınız Ömer'i? O aslında Defne'nin güvendiği dağ. Abisi var, ama yıllarca Defne'nin eline bakmış (son dönemde aklı başına geliyor yavaş yavaş, Nihan
yaradı Serdar'a). Anneanne, ekmek arası deseniz belki biraz dert ortağı ama
fazlası değil. "Bazen insan olduğunuzu unutuyorum" diyor Defne, çünkü
yıkılmaz, yenilmez görüyor Ömer'i. Defne'nin süper kahramanı aslında Ömer (o
yüzden yanına yakıştıramıyor kendisini bir türlü, yetersiz görüyor kendisini ya da
kendi değişiyle "milyonlarca insanın arasından seçilmiş gibi"). O
yüzden, Ömer merdivenlere çöktüğünde canından can gitti Defne'nin. Sevdiği adam
çöktü merdivenlere, yıkılmaz, yenilmez gördüğü adamın aslında yenilmez
olmadığını sadece insan olduğunu gördü. Bu işlemin sonucuda Ömer'in ki gibi, iç
açıcı değil bu saatten sonra. Defne'nin annesinin gidişini anlattığı anı
hatırlar mısınız? "Dizilmişiz böyle üç kardeş terk ediliyoruz" elbette
Ömer'i çıkartmak bir annenin gidişiyle kıyaslanmaz. Ama bu işlemin sonucu, o
zamandan sonra hayatında kendini teslim ettiği en güvenilir kollardan düşmesi
olur Defne'nin. Defne için şu anda ÖÖ (Ömer'den önce), ÖS (Ömer'den sonra) yok,
çünkü Defne aynı Defne. Ama bir gün Defne Ömer'siz kalırsa işte o zaman olur
ÖÖ-ÖS.
Çıkartma
işleminden soğudum bir anda.
Deniz
mevzusuna hiç giresim yok. Nerden buldun hocam evi? Navigasyona Defne'nin evi
mi yazdın da çıktı? Adam belanın sözlük anlamı. Ama ben Defne'den ümitliyim. Panter
gibi çıkarıp tırnaklarını, paketler Deniz'i (yani ben öyle umuyorum) yoksa
başımıza gelecek var. Neriman neyse Necmi falan hallolma ihitmali var ama Deniz
işin içine girerse yandı gülüm keten helva. Yok, yok Defo yapmaz öyle şey. Tamam,
saf falan ama bu kadar da değildir. Değildir değil mi?
Son olarak,
şu şöyle olsaydı bu böyle olsaydı diye bıdı bıdı edenler (itiraf edeyim ben de
ediyorum bazen), Ranini'nin Meriç Acemi ile yaptığı röportaja bir göz
gezdirin derim. Hikâye çoğu zaman izlediklerimiz gibi yoğurdun kaymağı değil
sadece. Tabak dolu hatta bildiğin kiloluk yoğurt. Kaşığı daldırıyoruz eyvallah,
ama daha dibine ulaşmaya çooook var. O yüzden güzelce arkamıza yaslanıp keyfini
çıkara çıkara izleyelim bakalım, Meriç Hanım'ın kaleminden dökülenler bu keyifli
ekibin tercümesiyle bize daha neler anlatacak.
11 Kasım Çarşamba saat 23.40 uçak yarım saat
rötar yapmış Atatürk Hava Limanı'nda bekliyorum. Yanımda 20'li yaşlarında bir
delikanlı telefonda bir şey izliyor, göz ucuyla baktım, Kiralık Aşk'ın 20. bölümünü izliyor. Cuma
akşamlarına bu kadar keyif katan ve iple çekmemizi sağlayan, diğer günlerde de
bize tekrarını seyrettirebilecek kadar iyi iş çıkaran emekçilere teşekkür
etmeden geçmek olmaz değil mi? Emeğinize, yüreğinize sağlık.