'Hiç'liğin arasında 'var' olmaya çalışan bir adam; Ali Mertoğlu.
Kırgın, yaralı, öfkeli...
Hayat ona altın kaselerde ziyafetler
sunarken; aç kalkıyor masadan o, sevgiye. Sevgisizliğin soğuk
kucağında yanan kırık kalbi duvarlarla örülü. Yangınları büyük. Ama
kimse görmesin diye dumanında soluyor, duvarlarının arasında gizliyor
alevleri. Babasının nefreti ve annesinin vazgeçmişliği güneşine engel
olmuş, yeşermesine mani içindeki rengarenk çiçek tohumlarının.
Griye
hapsoluyor Ali... griye, oysa en mavisiyken göğün. Ama bir ışık var,
güneşten süzülen. Güneş'in kızı. Örselenmiş ruhunda taşıdığı
yaralarla, yalpalayarak yürüyor o ışığa. Karanlık derin, karanlık
ürkütücü. Pervane gibi peşine düştüğü ışıksa cılız ve yakıcı. Ama
söyleyin; o yanmazsa o ışık yakmazsa, nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa?