Eğri oturup doğru konuşmak gerek. Sıcak yaz akşamlarında televizyon başında olmayı geçtim, dizileri
takip etmek hiç kolay değildir. Bir hafta oturup denk geldiğin dizi ile 6.hafta
belki denk düşebilirsin. Arada neler olduğunu da çoktan kaçırdığın için “Aman,
diziyi salla, çayı demle” mantığı ile dışarıda olunur.
Ağustos’un 2’si pazar akşamı kendimi ekran karşısında Baba
Can’dır’ı izlerken buldum. İlk bölümün bıraktığı “hoş his” ertesi gün beklenen pazartesi
sendromunu kırdı. Ve bir baktım dört haftadır dizinin sıkı
takipçisi olmuş, izliyormuşum. Pazar akşamlarının neşesi olmuş. Hatta ertesi gün reyting sonuçlarına bakarken
buldum kendimi -sanki ben çekiyorum diziyi ^.^ - Peki her hafta reyting listesinde ufak ufak yükselerek sağladığı bu başarının sırrı
nedir? "Bana göre"lerini sizlerle paylaşmak istiyorum...
Gözüm daldı, gelen var!
Dizinin konusu aslında çok basit. Eşini kaybeden Yufkacı
Salih (Settar Tanrıöğen), üç çocuğuna hem annelik hem babalık yapmak zorunda
kalan baba ve kız kardeşine kol kanat geren bir baba ve ağabey. Derken bir gün eve bir yıldırım düşer. Uzak diyarlardan kalkıp İstanbul'a gelen Ceylan bir çocukluk hayalinin peşindedir. Emrecan ile evlenmek! Ve olaylar gelişir. Eeee konu bu kadar basit ise dizinin sevilmesinin nedeni ne ola ki?”
Sakin, sakin... Nedenler, olayların işlenişi ile ilgili. Bir baba evlatlarına
her şeyi yıllarca sağlamaya çalışmış, büyütmüş, okutmuş; ama evlatlar pek de babaya bakabilecek durumda değiller.
Ne kadar tanıdık, ne kadar günümüz, değil mi?
Plaza Erkeği olmak istiyorsan beni iyi dinle!
Yufkacı Salih ve evlatlarının hikayesini izlerken herkesin kendi hayatından bir parça bulabileceğine
adım gibi eminim. Plazalarda çalışırken "acil ve çok acil" diye diye sevdiklerimizi
unutmak, vardiya / nöbet sisteminden ötürü görülemeyen sevdiklerimiz... Ve tüm
bunlara sitem etmeyip arkalarında “Dağ gibi duran” bir BABA... Ebeveynlerimiz
bizi karşılıksız sevenlerdir, o
yüzdendir şımarıklıklarımız, her şeye ve herkese rahat cevap vermemiz ve kendimizi güvenli hissetmemiz.
Dizideki bütün oyuncular canlandırdıkları karakterleri benimsemiş ve rollerine çok yakışmışlar. Bundan ötürü Plaza Kadını Ece’ye (Berna Koraltürk) sinirlenip, patronunun oğlu Haluk'a (Uraz Kaygılaroğlu) uyuz olup, evin ortanca
oğlu Doktor Egemen’in (Tolga Pancaroğlu) hırsına değil aşkına sahip çıkmasını
arzu ediyoruz. Evin haylaz, henüz büyümemiş küçük oğlu Emrecan’ı
(Özgün Karaman) kendi oğlu / kardeşi gibi benimseyip, "Bak, o bile iş buldu, sen ondan büyüksün hâlâ boş boş gez!" diyen ablalar, teyzeler de tanıyorum! ^.^
Bir arada yaşarken, birbirine yabancılaşmış zamane insanlarına ilaç mahiyetinde bir hikaye anlatılıyor. Telaşla koştururken birbirine elam vermeyi unutan yüzlere, "komşu komşunun külüne muhtaç” sözünü hatırlatıyorlar. Mahalle beraberliğini
evlerimize taşımaları yine bizi
kendisine mıknatıs gibi çekmesini sağlayan faktörlerden.
Son olarak Baba Candır'ın müziğinden de bahsetmemek ayıp olur. Kalbin
derinliklerine inen sözleri, büyülü tınısı ile “Gel buraya” diye seslenen Aria'nın
hayat verdiği jenerik müziği de ayrı bir izleme sebebi.. Ayrıca Baba Candır'ın bir uyarlama olduğunu da hesaba katarsak, bu kadar sıcak ve bizden olması da önemli bir uyarlama başarısı değil midir?
Kış sezonu gelişini yağmurlu havaların ve akabinde
kesilen elektrikler ile belli etmeye başladı. Pazar akşamlarımızı şenlendiren bu aile dizisi yeni sezonda yoluna
nasıl devam eder, gün değişikliğine gider mi, bunları malesef bilemem de; dileyeceğim tek şey bu kadar sıcak, bu kadar kendimizi içinde bulduğumuz bir dizinin ömrünün
uzun, reytinginin daima artarak ekran yolculuğunun sürmesidir.
Peyyyynirrrrrrr
Tüm ekibin emeğine sağlık, evrene pozitif enerjimi yolluyorum...
Sevgiler…