Masanın başında, önünde açık bilgisayara boş gözlerle bakıyorsun. Bir
süredir yol arkadaşlığı yaptığın baş karakterinin bir sonraki adımı birazdan
ekranda belirecek. Peki neden böyle mutsuzsun? Elin neden klavyeye gitmiyor?
Cevabı basit, çünkü Türkiye’de dizi yazıyorsun!
“Ne alakası var yahu, hem senaristler de fena para kazanmıyormuş, bu ne
şikayeti, şımarık canım bu” dediğinizi duyar gibiyim. İşin aslı böyle değil!
Bana inanmıyorsanız, bir senaristin kapalı kapılar arkasında neler yaşadığını
size anlatayım da görün!
Her yazar birbirinden nasıl farklıysa her hikaye de farklı yollarla
doğar. Yazarın içine kıvılcımı düşüren bazen bir şarkı olur, bazen karşısına
çıkan bir insan, bazen de bir gazete haberi. O dakikadan itibaren yazar aklını
devreye sokar ve hikayeyi şekillendirmeye başlar. Bu süreçte en büyük
yardımcısı dramaturjidir. Doğru bir dramaturji bilgisi varsa ve hikaye
kurulumunda çok uçulmadıysa (ki genelde uçulur), bir süre sonra hikaye pişmeye,
olgunlaşmaya, başka bir deyişle hayata geçirilmeye uygun hale gelir.
Yazar vazifesini yerine getirmiş, hikayesini olması gerektiği gibi
doğru şekilde inşa etmiştir. Bundan sonra devreye yapım süreci girer. Bu süreç
gerek yapımcı gerek kanal müdürleri sayesinde kimi zaman sancılıdır. Yazarın
ince ince işlediği hikayeye muhakkak parlak (!) fikirler eklenir. Kimi yazar
buna yanaşmaz. Ama büyük bir çoğunluk projenin hayata geçmesinin daha önemli
olduğunu düşünerek buna ses etmez. Ne de olsa hikayesini doğru dramaturjiyle
kurmuştur! Bir – iki ekleme-çıkarmanın yapıyı bozamayacağını emindir!
Zaman geçer, hazırlıklar tamamlanır ve büyük gün gelir. Dizi
başlamıştır. Oyuncuların da katkısıyla karakterler hayat bulmuştur. Yazar
hummalı bir çalışmanın içerisindedir. Kalbine düşen kıvılcım bir yangına
dönüşmüş, evinde oturan insanları yakmaya başlamıştır. İşler iyi gitmektedir!
"Çok meraklıysan git sanat filmi yaz!"
Reyting bütün kötülüklerin
anasıdır!
Daha sonra ufak sıkıntılar başlar! Tebrik etmek için arayan yapımcı
sizi apar topar toplantılara çağırır. Yazar burada tedirgindir. Televizyonun
tek başarı kriteri olan reytinglerde ufak bir düşüş vardır. Yazar bunu pek
önemsememiştir. Önemsemiş olsa bile hikayesine bazı dokunuşlar yaparak durumu
kurtarabileceğini düşünür. Burada kanala, yapım şirketine ve yazara bağlı olarak süreç
farklı işler. Bazı projeler için kanalın toleransı fazlayken, bazıları için
değildir. Eğer düşük toleranslı bir işse, yazarın zor günleri başlıyor demektir!
Çoğu zaman neden bu kadar uzun sürdüğü asla anlaşılamayan toplantılar
silsilesi yazarın hem takvimini hem de aklını fena karıştırır. Bu noktada hemen
herkes konuya dair fikir yürütür. Sonunda karar verilir, hikaye hızlanacak,
eylemsizlik son bulacak, baş karakterler daha büyük adımlar atarak türlü
entrikaların içine girecektir. Yazar köşeye sıkışmıştır! Doğru bildiğiyle, doğru
olduğu söylenen arasında bırakılmıştır!
Uzun süredir hayatının bir parçası yaptığı karakterine/karakterlerine
aslında yapmayacağı bir şeyi yaptırmak zorundadır artık yazar. Dramaturjik
olarak neyin ne olduğunun hiçbir önemi kalmamıştır. Bunu gündeme
getirdiğinde de duyduğu cevaplar genelde
aynıdır:
“bizim seyircimiz dramaturji bilmez”
“çok meraklıysan git sanat filmi
yaz”
“bu panel böyle”
“aman canım
reyting alsın da”
“birlikte daha çok güzel işler yapacağız, şunu bir
toparlayalım da”
gibi... Yazar kendi hikayesinde bile bu kadar güçlüsünü
yaratamadığı bir iç çatışma içerisindedir!
Tabii yazarın -hatta yapımcının ve de oyuncuların- kim olduğuna bağlı
olarak bu süreç farklı şekilde işler demiştim. Kimi yazar bu noktada resti çeker ve
dediğini yaptırır. Riski göze alır ve hikayesine yapılacak her tür müdahaleye
karşı çıkar. Aslında olması gereken de budur! Yazarlığın yarısı hikayenin
başladığı yer ile bittiği yer arasındaki farkın fazla açılmamasını sağlamak,
bunu yaparken de izlenebilir ve nefes alabilen bir dünya kurmaktır. Herkes bu
direnci göstermenin hayallerini kurar fakat çok az yazar böyle davranır. Neden?
Çünkü çoğu yazarın maddi birikimi ya da dayanağı yoktur. Dahası kimse
çalıştığı şirketle-kanalla arasını bir seferde bozmak istemez. Üstelik kapının
hemen dışarısında enkaz devralmaya bile gönüllü olanlarca meslektaşı
beklemektedir.
Yazarlık dışardan havalı bir iş gibi gözükse de aslında gelgiti bol,
istikrarı da pek olmayan bir iştir. Sektörde Amerika’daki gibi yazar haklarını
koruyan bir sendika olmadığı için (SENARİSTBİR birkaç seneden beri güzel şeyler
yapıyor ama bunlar dışarıya kıyasla çok ufak adımlar) yazarların ekonomik
olarak haklarını almaları genelde bir hayaldir. Hikaye çalıştığınız yapımcının
ödeme yapmaması, çalıştığınız dizinin bitmesi halinde paranızın muhakkak
içeride kalıyor olması yazarı sıkıştırdıkça sıkıştırır. Tüm bunları gözden
geçiren Yazar sonunda uzlaşmayı kabul eder! Ona söyleneni yapacaktır!
"Yalnız ölenlerin cenazesini kalabalık kaldırmaz!
Herkes sevdiğini öldürür!
Açık bilgisayara boş gözlerle bakan yazar, yoldaşlık yaptığı
karakterine ihanet etmek üzeredir. “Hayat da biraz böyle aslında insan en çok
sevdiklerine zarar vermez mi?” diyerek derin bir nefes alır ve yazmaya başlar! -Yazarların
en temel özelliklerinden biri bahane ve teselli üretme konusunda dünyada tek
olmalarıdır- Dramaturji bir hayalet gibi odanın içerisinde dolanır. ayağa
kalkar, dolanır, yine derin nefesler alır. Sonunda yerine oturur, yazmaktan
başka çaresi yoktur. Hem karakterine, hem dramaturjiye ihanet eder! Yazar
bu dakikada ölür ama kimse bunun farkına varmaz. Ne de olsa yazarlık yalnız
yapılan bir iştir! Ve yalnız ölenlerin cenazesini kalabalık kaldırmaz!
İşin tuhafı, bazen de yapılan bu müdahalelerin seyirci nezdinde
karşılık bulmasıdır. Bu genelde nadir rastlanan bir durumdur tabii. Doğru
dramaturjiyle tasarlanmamış, ilerletilmemiş bir hikaye kısa sürede reyting
getirebilir ama bir zaman sonra büyük sorunlar doğurmaya gebedir. Bazı dizileri
izlerken bir süreden sonra dizinin tonunun, dünyasının değişmesi de bundan
dolayı olur. Hikaye kendi yolundan çıkar, başka yollara sapar ve sona doğru
büyük bir süratle gider.
Peki bu hep böyle mi olacak? Türkiye’de dizi yazarlığı hep böyle
sıkıntılı mı gidecek? Yakın gelecek için pek umut yok gibi. Kanal
yöneticilerinin ve yapımcıların vizyonu değişmedikçe -ki sektörün temel
sorununun bu olduğunu düşünüyorum-, dizi süreleri kısalmadıkça -bana göre rahat
bir 10 yılı var- yazarlara rahat yok gibi. Yaşayıp göreceğiz!