Kan Çiçekleri: Mutluluğa giderken sonsuzluğa uğurladık sevdiklerimizi

Kan Çiçekleri: Mutluluğa giderken sonsuzluğa uğurladık sevdiklerimizi
" Bağışlamak, menekşenin kendisini ezen topuğa kokusunu bulaştırmasıdır." 
Mark Twain

"Sevgi dolu yüreğinle herkesi değiştirdin, iyileştirdin... Sen o kocaman yüreğinle sevgiyi hatırlatmasaydın, küçücük umutlara tutunmayı öğretmeseydin, bugün bunların hiçbiri olmazdı… " Gül’ün, Dilan’ın elini tutup gözlerinin içine baka baka kurduğu bu cümleler biz izleyicilerin hemen hemen her bölümde kalbimizden Dilan’a aktardığımız sözleri temsil ediyordu, bir nevi. Kendi elleriyle içinde büyüttüğü sevgi ve merhameti, üstüne savurdukları kötülüklerin üzerine basa basa kokusunu bulaştırmıştı, Dilan. İlmek ilmek işlemişti sevgiyi önce Kudret’e, sonra Baran’a, daha sonra Cihan’a ve en sonunda tüm konağa.


 
İyilik ve kötülük tercih edilen karşılıklı iki zıt eylemdir. Dilan ve Hasan Karabey'in geçmişini düşündüğümüzde aslında geçirmiş oldukları çocuklukların birbirine eşdeğer olduğunu görebiliyoruz. İkisi de ailenin dışlanan çocuğu olmuş, ikisi de her zaman ikinci plana atılmış, ikisinin de yaptığı her şey göze batmış ve ikisinin de başı belki de hiç okşanmamıştı… Dilan yaşadığı onca şeye, maruz kaldığı onca kötülüğe rağmen iyi olmayı tercih ederek kalbindeki merhamete sığınmış her daim. Ancak Hasan Karabey için bu hiçbir zaman söz konusu dahi olmamış. Sevgisizliğini oğlum dediği Fırat'ın sırtına semer olarak vurmuş ve hayatı boyunca kendi kötülüğünün içinde hep Fırat'ı boğmaya çalışmıştı. Kendi anne sevgisizliğinin acısını Baran ile Cihan'dan çıkarmış ve öz abisini hayatı boyunca sevgisizliğinin en büyük hırsızı olarak kabul etmişti... Kendi yanlışlarını yine kendinde doğruya çevirmiş ve buna herkesten çok kendi inanmıştı...

 
Bir Baran'ın kaç kere alınır elinden yol arkadaşı...

Kötülük yapmak için bahane arayan insanlara iyiliği aşılamak imkansızdır. Baran bir taraftan kardeşine hem anne hem baba hem de abi olmaya çalışırken diğer taraftan babasının kendinde olmayan bedeninden babalık beklemiş, annesinin ona emanet ettiği merhamete sahip çıkmış ve Azade Karabey'in kendisine kan kokusunu aşılamasına direnmişti. Baran’ın yaşadığı hiçbir şey hayatının en büyük gerçeğiyle yüzleşmesi kadar çok canını yakmamıştır muhtemelen. Anne yarısı dediği babaannesi yol arkadaşını, kardeşini elinden almış, öz amcası çocukluğunu öldürmüştü… Daha sonra da babası, tek bir gerçekle güvendiği dağını yerle yeksan etmişti, Baran’ın… Bir sır en fazla kaç kişinin hayatını mahvedebilirdi? Kaç canı hiç unutulmayacak yerinden yaralayabilirdi? Ya da bir gerçek daha ne kadar can yakabilirdi? Durup düşünüyorum bazen Baran'ın hayatını çalan hangi gerçek daha çok enkaz bıraktı onda?

Yıllarca kardeşinden habersiz olması mı?
Annesinin evlat acısıyla ölmesi mi?
Dilan'ın kan bağı olmamasına rağmen bedel ödemesi mi?
Yoksa canlarını kanlarında birinin alması mı?

Yazdığım her seçenek ayrı ayrı mide bulantısı hissi uyandırdı bana, tıpkı Baran'da da uyandırdığı gibi... Çekilen her acının bir mükâfatı vardır ya; yaşadığı tüm felaketlerin karşısında, Dilan’ı yok olan her şeyine karşı, Baran’ın kalbine ve tüm hayatına mükâfat olarak gönderdi yaradan. Ve fakat her şey çok daha farklı olabilirdi... Kalpler nefretle değil de çok tatlı bir heyecanla kaybolan bileklik aranırken Hara'da yeniden karşılaşabilirdi... Ya da belki bir gün, bir caddede ilaç almak için gittiği bir eczanede Dilan'la karşılaşıp onun yeşil gözlerinde boğulabilirdi, Baran... Dilan ağlaya ağlaya değil de o gülüşünde bahar açan kahkahasıyla Karabeylere can verebilirdi…

 
Fırat'a iyi bak olur mu Ayten anne. Onu çok sev ve de çokça sarıl...

Dilan, Karabeylere borçlu olmadığı bir hayat hediye etti. Bu uğurda çok yara aldı; çokça yaralandı... Yalnız kaldı, sessiz kaldı, kan ağladı... Can verdi, cansız kaldı, canıyla sınandı... Bağışladı ve bağışladıkça iyiliğin kokusunu saldı konağın her köşesine. Dilan şimdi özgür. İyiliğiyle, merhametiyle ve tüm ruhuyla özgür... Karabey konağına baharı getiren bir kan çiçeği geldi. Şefkatiyle, sevgisiyle sardı sarmalardı küf tutmuş yaraları... Azade Karabey'e iyiliği, Kudret Karabey'e sağlığı, Cihan Karabey'e babasını ve Baran Karabey'e yuvasını sundu... Karabey konağına baharı getiren bir kan çiçeği geldi ve tüm mevsimler bahara dönüştü...

Her baharın sonu muhakkak kara kıştır; her mutluluğun son durağıysa koca bir hüzün… İyilerin sürekli savaş verdiği bu dünyada kötüler kazanmayı hep hak görmüştür. Evet, herkes duysun bilsin! Azade Karabey evlat katili oldu! Ve Dilan’a yaptıklarının bedelini, Dilan onu affetse bile anneliğiyle, evladıyla ödemiş oldu. Bu bedel onun ödeyebileceği en büyük bedel olsa gerekti... Bir anne olarak hem katil bir evlat yetiştirmiş hem de evladını öldürmeye teşebbüs etmişti… Bu zamana kadar yaşanan her şey Dilan’ın sınavıydı. Bundan sonrası Azade Karabey’in…


İçine doğar insanın felaketler...
 
‘’Mutluluğu, giderken çıkardığı gürültüden tanıdım.’’ Demiş, Jacques Prevert… Baran ve Dilan huzuru sırtlarına alıp yola çıkarken başlarına gelecek olan felaketlerin gürültüsünü kalplerinde hissetmişlerdi sanki. Dilan’a yabancı değildi aslında o uçurumlar. Daha önce bir başına defalarca o uçurumun ucunda ölümle burun buruna gelmişti. Bu kez, belki de son kez tamamlandı uçurumun misyonu. Canıyla süzüldü denize Dilan, nefesini karada bırakarak. On sekiz sene önce bir adam çıktı, Baran'ın ve Dilan'ın hayatını aldı elinden. Şimdi bir kadın geldi, Baran’ın ve Dilan’ın canını aldı elinden. Dilan sevgisiz, Baran yarım yamalak büyürken şimdi Miran’ın geleceği meçhuldü. Baran hiç şüphesiz ki geçmişi yasayacak yeniden; aynı anda hem evlat hem kardeş acısını tadarak. Yanına yeğeni ve kardeşi gibi yanında koruyup kolladığı Gül’ün acısıyla birlikte…


 
Yarım kalmış değil hiç yaşayamadığı bir çocukluğu vardı Fırat’ın; sevdiği ve kızıyla birlikte o çocukluğu, o çocuğu büyütmek için çıktığı yolda kendi çocukluğunu öldüren adamın bitmek tükenmek bilmeyen intikam duygusuna kurban oldu. Fırat benim yaralı tarafımdı bu hikâyede. Annemin de dediği gibi, çocuğu olacaktı çocuğumun. Tatmadığı babalık duygusunu muhteşem bir baba olarak kendi kızına sunacaktı. Çok sevecekti; hem karısını hem kızını… Hani her acının bir tesellisi vardır ya; kısa da olsa özlemini duyduğu babaya, abiye ve kardeşe sahip oldu Fırat. Şimdi sıra annesiyle birlikte vakit geçirmekte. Fırat karısı ve kızıyla birlikte annesinin yanına gitti. Annesinin cennetinde, annesinin sevgisiyle kızını kusursuz bir baba sevgisiyle büyütmeye gitti. Arkasında kocaman bir cehennem bırakarak. Ve fakat en gururlu haliyle…

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER