Taxim: Fikrimden kurtar bu aklımı, nefsimden kurtar!..*

Taxim: Fikrimden kurtar bu aklımı, nefsimden kurtar!..*
Tiyatroyu çok özlüyorum. Bir müddet gitmesem sanki içimden nefes eksiliyor, yaşama direncim düşüyor, daha çabuk yoruluyorum. Bundan sebep ne zaman pilim bitse hemen kendime bir oyun bileti alırım. Her zaman da işe yarar, hiç sekmez. O koltuklardan kalktığımda yeniden “insanlar dünyası”na hazır olmuş olurum. Ne kadar hazır olunabilirse o kadar. Ama bazı oyunlar bunun da ötesine geçiyor ve dünyadan kaçtığım yerde beni yeniden dünyayla yüzleşmeye ikna ediyor. Umutlu bir yerden. “Senin gördüklerini görüyorum, hissettiklerini ben de hissediyorum.” diyeninden. İşte “Taxim” de onlardan biri.

Oyun bir İspanyol filmi olan “El Bar”dan uyarlanmış. Bambaşka hikâyelere sahip on kişi sıradan gibi görünen günlerin birinde, bir kafe-bar olarak tabir edebileceğimiz Taxim Bistro’da bir araya geliyorlar. Başta her şey normal gibi, bazıları birbirinin yanından geçip gidecek bazıları ise aynı tas aynı hamam devam edecek. Ama sonradan anlaşılıyor ki o gün olaysız dağılabilecekleri bir gün değil. Art arda iki kişinin tam da bistro kapısının önünde bir keskin nişancı tarafından vurulmasıyla hikâye başlıyor. Telefonların çekmemesi ve haber kanallarının da gerçeklerle pek ilgilenmeyen duruşu doğal olarak kahramanlarımızı büyük bir paniğin içine sürüklüyor. Gelecekten alacakları her şey hapis kaldıkları bir kapının ardında kalıyor. Komediyle başlayan oyun, karakterlerimizin işin ciddiyetini farkına varmalarıyla bir yaşam savaşına ve gerilimli bir yüzleşmeye dönüşüyor. Aşk, hayal kırıklığı, hasret, umut ve kardeşi umutsuzluk, yalnızlık, gözyaşı ve kahkaha… Anlayacağınız bu oyunda ne ararsanız var. Ne aramazsanız da inanın yine onu da bulursunuz.



İki saatlik oyunun ilk perdesi, son seyirciler yerleşirken bistronun açılışıyla başlıyor. Oyun sakinleri yavaş yavaş sahnede yerlerini alıyorlar. Bu esnada KAFA Radyo’dan açılan kayıt, çilekeş tiyatrocuların seyirciye bitmez tükenmez yalvarmalarının esprili bir ifadesi niteliğinde. Sonra karakterlerle tanışıyoruz. Başta birkaç dakikalığına karakterlere dair ön yargılarımızı oluşturup beslememize izin veriliyor. Sonrasında her birinin ardında yarım kalmış yahut hiç yaşanamamış birer hayat olduğunu öğreneceğiz. İyi bir sarsılacağız yani. Prömiyer günü sanırım, bir sanatçımız şu yorumu yapmıştı: “Oyunun iki perdesi birbirinden ayrılsa ve tek başlarına ayrı birer oyun olarak oynansa yine ikisi de başlı başına tam birer oyun niteliğine haiz olurdu.” Gerçekten de öyle. İki perdenin de kendi içinde bir anlatı yapısı ve mesajı var. Ama kopukluk olarak algılanmasın bu, en nihayetinde iki perdenin toplamından çıkardıklarınızı koyuyorsunuz cebinize. Müthiş bir metin.

Şevket Çoruh beş sene evvel varını yoğunu bir tiyatro binasına yatırıp olanca borcu da beraberinde göğüslediğinde eminim pek çok insan neden böyle bir şey yaptığını sorgulamıştır. Çünkü tiyatro bir hobi, safi bir eğlence kaynağı olarak görülüyor çoğu kişi tarafından. Asıl kısım, öz dediğimiz yer, kaçırılıyor bu bakışta. O şudur ki tiyatro bir anlatı dilidir. Bin yıllardır insana insanı insanca anlatabilme gücünü sımsıkı elinde tutabilmiş yegâne dildir. Ona ihtiyaç duyduğu alanı açabildiğiniz müddetçe istediğiniz derdi anlatır o sizinle. Anlatmak ne kelime, kazır; büyütür, çoğaltır.

İşte Şevket Çoruh servetini tam da buraya yatırmış: Özgürlüğe. “O 'eski' hicivler 'eski'de kaldı.” cümlelerini yanıltarak ustalarından miras aldığı geleneğin verdiği cesaretle bin kere söylense de duyulmayanlara bir ses alanı yaratırken, fısıltı desibelini aşamayanlar için de karakterlerin içinde birer yer açıyor. Bir Baba Hamlet oyununda da bu vardı ama Taxim çok daha zengin bir ses çeşitliliğine sahip. Uyarlandığı filmin sadece fragmanını izledim, o yüzden karakterlerin hikâyeleri ne kadar benzer bilmiyorum. Lakin yarayı açanlar değişse de sızısı aynı kalıyor her halükârda. Her gün empatiye bir parça daha yaklaşıyor olmamızı dilerim. Ve tabii sesini çıkarmaya cesareti olanların yanında varlığımız daim olsun. Sessizliğin olduğu yerde özgürlük yoktur. Özgürlüğün olmadığı yerde de hayat yoktur.



Bir de bu seslenişin bir parçası olmayı seçmiş şahane oyuncu kadromuza bakalım. Hikâye, esas olarak yedi karakterin etrafında dönüyor. Ömür Arpacı ve Nergis Çorakçı hayalleri yarım kalan bir abla kardeşi oynuyorlar. Seçkin Özdemir plaza dilinden kendi kelimelerini unutmuş genç bir adamı, Rüya Demirbulut tüm kaosun içerisinde psikolojik danışman unvanına yakışır davranmaya çalışan nahif bir genç kadını canlandırıyor. Mert Asutay ve Şevket Çoruh onlar için “hayat” demek olan şeyleri kaybettikleri noktada yaşamayı bırakmaları dışında görünürde başka hiçbir ortak noktaları bulunmayan karakterlere bürünmüşler. Acıya karşı gösterdikleri reaksiyon bambaşka olmuş, ikisi de hayatta kalmaya devam etmek için bir şeylere tutunabilme ihtiyacındalar. Ozan Güven’e gelirsek, gerçekten oyundaki en zor rol ona ait. Bir travestiyi canlandırıyor. Çok kolay karikatürize olabilecek bu rolü ince sınırlardan koruyarak, muhtemelen hazırlık sürecinde gösterdiği gözlem yeteneğiyle baştan aşağı gerçek bir karakter olarak sunuyor bize. Gayriihtiyari gibi görünen ufak hareketler, o yürüyüş, o duruş… Gerçekten iyi çalıştığı çok belli. Tebrik ederim. Şu durumda başarılı bir rol seçimi yapmış ve altından çok da iyi kalkmış. Tüm kadro şahaneydi ama farklıyı kazıyan zihin algoritmasının bir neticesi olarak muhtemelen bu oyun en çok onun rolüyle hatırlanacak.

Nergis Çorakçı, Mert Asutay ve Şevket Çoruh zaten yılların duayen isimleri. Gazete haberi okusalar bir tabure çekip dinlemek istersiniz. Ömür Arpacı’yı televizyon işlerinden biliyordum. Rüya Demirbulut’u ilk defa izledim ve gerçekten çok başarılı buldum, yolu açık olsun. Seçkin Özdemir’i sahnede ilk defa izledim ama sanırım televizyondaki tüm işlerini izlemişimdir. Hem komedide hem de dramada oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Ama nedense işleri art arda kısa sürdü. Proje seçimleri de oldukça güzeldi halbuki. Televizyona kısa bir ara verip tiyatroya yeniden dönmesi de bu açıdan isabetli bir karar olmuş diye düşünüyorum. Dilerim Taxim onun için de bir dönüm noktası olur ve şansı yeniden döner. Daha uzun yıllar hem ekranlarda hem de sahnelerde izlemek isterim.



Yazının sonlarına gelirken, oyunu izleyen pek çok kişiyle paylaştığımız bir arzuyu da eklemeden geçemeyeceğim.^^ Oyun müziği şa-ha-ne! Pinhani’nin “Kurtar” şarkısı Hayko Cepkin tarafından düzenlenerek oyun için yeniden seslendirilmiş ve o kadar yakışmış ki… Sözler oyunun iki saat boyunca anlatmaya çalıştığı dertler ile oldukça uyumlu iken, Hayko Cepkin’in düzenlemesi de enerjiyi doruğa çıkarmış ve oyun sonunda elleriniz alkışlamaktan kızarırken yükselen ses kalbinizden de bir çağlayan akıyor gibi hissettiriyor. Kendinizi güçlükle salondan ve akabinde binadan koparıp çıkardığınızda dahi Bahariye Caddesi’nin müzisyenleri sizi karşılayana dek bu sesle birlikte oyunu beraberinizde götürüyorsunuz. Sonra eve gelip müziği arıyorsunuz, aa Spotify’da buldunuz harika ama ta taa o da ne? Duyduğunuz şey harika olsa da sizi tam olarak o salona taşımaya yetmiyor. Pinhani, Sinan Kaynakçı bu şarkının ve daha nice âşık olduğumuz şarkının bizatihi yaratıcısı. Bundan sebep elbette “Kurtar”ın Pinhani versiyonunu da tüm kalbimizle sevdik ama Hayko Cepkin versiyonunun da ulaşılabilir olmasını çok isteriz. Çünkü müzik duyguların depolama alanıdır. Bu konuda karar mercii kim bilmemekle beraber, internetteki bir dakikalık kısımla yetinemeyeceğimizi, kaydın tamamına aciliyetle ihtiyaç duyduğumuzu belirtmek isterim. Dilerim bu yazı izleyiciyi kırmaya kıyamayacak birine ulaşır. 

Sabahın ilk ışıklarına eşlik eden bir rüzgârla tamamlıyor olduğum bu yazıda özetle Taxim’i muhakkak izlemeniz gerektiğini ifade etmeye çalıştım.^^ Şahane bir metin, şahane bir dekor, şahane müzikler ve şahane bir kadro (Şahane kelimesini kullanmam yasaklanmadan cümleyi bitireyim.^^) Kıymetli vaktinize değecek. Daha iyisi, temin ederim ki bu zor günlerde size iyi gelecek. Baba Sahne için bu sezonu kapattılar sanırım o yüzden o şahane (upps yine dedim.^^) evinde izlemek için biraz daha beklemeniz gerekecek ama turnedeler şu ânda ve gelecek daha pek çok gösterim var. Umarım birinden birinde izleme imkânı bulur ve içinizden beni sevgiyle anarsınız. 

Dün (30 Haziran) Şevket Hoca’nın doğum günüymüş. Bu vesileyle ona da sevdikleriyle birlikte nice nice güzel seneler dilerim. Sevgi, huzur, umut ve tabii sanat dolu mis gibi bir yaş olsun.

Ve son olarak ne diyoruz?

“Umut birazcık kaldıysa
Kalan günler geri dönmek için
İyileşmek için yeter.”

Sanat oldukça umut hep var.
Umut oldukça hayat var, özgürlük var.
Özgür oldukça biz de varız.

Sağlıcakla kalın efendim.
Elif.

* Şarkı Sözü/ Kurtar/ Söz-Müzik: Sinan Kaynakçı 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER