UYARI: Az sonra Ulan
İstanbul’u içselleştirmiş bir yazı okuyacaksınız. Lütfen koltuklarını dik,
kemerlerinizi bağlı konuma getiriniz.
Her şey Yaren’in seslendirdiği Kezzapla Mayonez şarkısından sonra oldu. A-ha, dedim, Kanal D’nin
yaz ekranında bu sene “çok eğlenicez.” 23 Haziran 2014 Pazartesi günü yayın
hayatına başlayan Ulan İstanbul’un
finali gelip çattığında onu sevmek için bir çırpıda bu kadar neden
sıralayabileceğim kimsenin aklına gelmezdi. Tabi ilk önce bir güzel giydirildi
diziye. Ulan’lı dizi mi olurmuş da, bir hırsızlık çetesi aslında sempatik
gösterilmeye çalışılıyormuş da, Leverage’dan
esinlenilmiş(!) de vesaire. Ama bir şey oldu ve Ulan İstanbul tuttu. (Kişisel kanaatim, Karlos ve Yaren’in beraber
seslendirdikleri Yanarım parçası Ulan İstanbul için dönüm noktası oldu.
Bunun yanında en çok televizyon izlenilen zamanda başlaması da çok akıllıcaydı.
O sırada ekranlarda hem Dünya Kupası hem de ramazan ekranı var.) Yaz dizisi
olarak başlayan Nevizadeler’in hikâyesi sezona taşındı.
Ne güzel komşumuzdunuz
siz Nevizadeler.
Kanal yönetimi zaman içinde düşen reytinglerden dolayı
diziyi televizyon ekranlarından çekip, daha önce yapılmayan, radikal bir adım
attı: Ulan İstanbul, artık
internette, bölüm başına ödenecek cüzi bir tutarla izlenebilecekti. Adeta bir
Netflix!
İlk iki ücretsiz bölümün ardından ücretli ilk bölümün
yayınlandığı günün sabahı o kötü haberi aldık. Evet, Ulan İstanbul macerası bitiyordu. Hiçbir aşk sonsuza kadar sürmez
misali Ulan İstanbul da bir gün
bitecekti. Sesli bir şekilde ifade etmesem de züğürt tesellisi olarak “Tadında
bitiyor işte yeağğ!” gibi şeyler söyledim. Dilim başka, gönlüm başka söylüyor işte.
Peki,
biz bu adamları neden bu kadar sevdik, neden bu kadar içselleştirdik?
Aslına baktığımızda Nevizadeler, hep olmak istediğimiz
tiplerdi. Etrafımızda gördüğümüz ama bir sebepten dolayı ağzımızı açamadığımız
insanlardan bizim yerimize intikam alıyorlardı resmen. Mahmut İnşaat tezgâhını
hatırladınız mı? Mahallelinin oturdukları evleri yok pahasına ellerinden alıp
birde üstüne o insanları borçlandırıyorlardı. Nevizadeler, Ali ve Cengiz’den nasıl
aldılar tapuları ama? Tefeci Bindal’a ne demeli? Bu tefeciyi tefe koymak
elbette Nevizadeler’e yakışırdı. Sizleri de unutmadık Şadan Helvacıgil,
İsfendiyar Kapusuz, Vahid Akça, Kutalmış, Sevilay Karam, Rıfat Kulunç ve
niceleri.
Tezgâhlardan bir demet…
İhtiyacı olandan (ç)almadılar, ihtiyaçlarından fazla
(ç)almadılar. Niyet ettiler, niyet eylediler vicdanlarını navigasyon saymaya. Kitaplarda
öğrenilen adalet ile Nevizadeler’in adaleti arasında dağlar kadar fark vardı.
Ama olsundu, bu adalet anlayışından rahatsız değildik. Evet, Nevizadeler,
toplumun kötülerden aldığı intikamdı bir yerde.
Zaman
içinde kalplerine girdik Nevizadeler’in. Bir de ne görelim? Bizim mahalli bir
“gangster” olarak tanıdığımız bu adamlar ne büyük seviyorlarmış arkadaş. Hangi
kadın sevdiği için bıçakların önüne atlar kendini? Hangi adam sevdiği için “Sen
bana aklımla başım arasındaki mesafe kadar yakınsın.” der. Sevdiği kadın ile
mesafeler kalksın diye kim kendini ucuz ama bir o kadarda tehlikeli soygunlara
atar? Başka bir kimyaydı onlarınki. Bu adamlar tutkulu seviyorlar birbirlerini
ve durum bizim iliklerimize kadar işledi.
Ellerimizle
koymuş gibi bulduk hiç sevilmemişliklerini
Biz
onların polisi, onlar kalbimizin hırsızı
Korkarım
ki bundan sonra hayatımıza giren her insanda biraz Yaren biraz Karlos
arayacağız. Net!
Bir
zincir, en zayıf halkası kadar sağlamdır, derler. Romantik duyguları bir kenara
bırakırsak Nevizadeler’in kendi aralarında sevgi ve saygı da sonsuzdu. “Birlik
ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” herkese Nevizadeler’inki
gibi güçlü zincirlerle birbirine bağlanmış dostluklar dilemeye başladık. Aşk,
sevgili bir şekilde bulunur, dert değil ama böyle dostluklar, kardeşlikler…
Zor. Kandemir’in ifadesiyle onlar “Kendileri sahte, özü gerçek bir aile”ydiler.
Hepimiz birimiz, birimiz
hepimiz içincilik.
Sonra
bir baktık ki pazartesi akşamları müzikal bir şölene dönmeye başladı. Yaren’den
tutunda Hayati’ye kadar herkesin sesini duyduk. Kezzapla Mayonez ile başlayan akım Yanarım, Sen Sevdalı Ben Belalı, Tarzımsın Farzımsın, Dertler Derya
Olmuş (Umut Kurt’un sesinden), Bağdat
Yolu, Bekârlık Senfonisi, Sen Gidince, Qan-de-mir, Bir Fırtına Tuttu Bizi,
Yargılamayın, Doktor ve Tıkla Beni ile devam etti. Ceyhun’un sesini duyamadık
ya ona yanarım.
Gelelim
selam çakmalara… Aslında her tezgâh bir selamdı. Tezgâh dışında kalan selamları
da zihnimizin en özel yerine kaydettik. Bazen açık açık çaktılar bazen de
ürkütmeden, tatlı tatlı. Zaman içinde konuştukları dili çözdüğümüzden ne
dediklerini anlıyorduk. Balkon konuşmasının yerini pencere konuşması aldı.
Servet Abi, her hafta bir kör noktamızdan vurdu. Ağzından her çıkanı can kulağı
ile dinledik.
Konuştukları
dil demişken… Kanepecilik, aclanmak, dodarmak, yoğurlamak, ponçiklemek bunlarda
Ulan İstanbul’dan dilimize yerleşen
güzel kelimeler.
Herkesleeeeeeer :)
Bazı
şeyler bulaşıcıdır. İyi olmak ya da gülmek gibi. Nevizadeler mahallelerinde
girdikleri her ortama da güzellik getirdiler işte. Bakmayın, ilk zamanlar
Ceyhun’a kızdığımıza. Kızıyorduk, ama bir sorun neden? Adam, hırsızlık büroda
komiser. Sen tespit edip, yakalamıyorsan bunda Nevizadeler’in ne suçu var? İkinizde
aynı şeyin peşindesiniz. Ama sonunda bak ne oldu? Sen de Nevizade oldun. Hem de
bıyıklı.
Küçük Kandemir
Sonra
Şehriban. Hepimizin anası. Derdin mi var? Git Şehriban’a dizinde ağla.
Kedi diye evinde
besle.
Hele
Maşuka. Gurumuz, yol göstericimiz, kadınlığın son temsilciydi. En östrojen
bombası haliyle gezerken onun içindeki güzellikleri de gördük. Onun ateşi
dilinde, kalbi pambık. Dear Uçucu family. Her ne zaman Hayati’yi görsem yekten
“Sabah namazının vaktini en iyi müminler bir de hırkızlar bilir.” diyorum.
Refleks sanırım. Hayati, bazen doz aşımı yapsa da özleyeceğiz be! Shan-li,
Umay, Rantçı Muhtar, Elif hatta Firuz.
Yanii… Biraz uğraşsak
seni de severdik.
Evet,
evet Firuz. Dizinin yorumunu yazarken “Firuz’u özleyeceğim.” diyeceğim aklıma
gelmezdi. Belki, Ulan İstanbul biraz
daha dayanabilseydi, Firuz’un kalbindeki sevgi kırıntılarından bir şeyler
çıkardı ya.
“Mesajı
evrene gönderiyoruz. Kenan Evren’e gidiyor. Darbe üstüne darbe yiyoruz.” diyen
Nursaç online mı?
Doyamadığımız
bir diğer kişilik ise Nursaç’tı. Bir “applaaaaam, himmen” diyemeden uçtu gitti.
Ulan İstanbul yeri
göğü inleterek başladı. Öyle de bitecek gibi görünüyor. Üzerine bir de film
patlatacaklar. (Hoş, her bölümleri, her operasyonları bir film tadındaydı ya… )
Nevizadeler’in hikâyeleri bir şekilde bağlanmış olacak.
Emeği
geçen HERKESİN, HERKESİN VE HERKESİN ellerine kollarına sağlık. Her geçen gün
biraz daha zorlaşan hayatlarımızda yeri geldi yüzümüzü güldürdünüz, yeri geldi
ilham verdiniz.
Nevizadeler…
Oğlum, çok güzelsiniz, lan! (Dodo Dayımız, kalbimizdesin.)
Bu ekranlardan bir Ulan İstanbul geçti. Ulan İstanbul ekibi, Alın Teri Sokak’tan
hayatlarımıza bol sinkaflı bir “ulan” çekerek girdiler. Şu anda onların dilinde
ne var bilmiyorum ama bende sağlam bir “ULAN REYTİNG!” var. Hâlbuki negzel
tıklıyorduk.