Hastane işleri benim için daha bir özel oluyor. Çocukluğunu ve ilk gençliğimin önemli bir kısmını o atmosferde geçirmiş biri olarak diğer türlere nispeten daha çok etkiliyor beni. Âşina olduğum mekânlar ve diyaloglar içermesinin ve tabii karakterlerle daha rahat empati kurabiliyor olmamın bunda büyük etkisi var. Ekranlarda hep idealize edilmiş ve normal bir insanın yaşamayacağı formda hikâyeler anlatılıyor. Bu tarz işler bence izleyici ile kurulan dünya arasındaki ekranı kaldırıyor. İncemize dokunuyor hatta çoğunlukla, bu yüzden daha kolay adapte oluyoruz.
Bu tür işlerde benim en çok önem verdiğim noktalardan biri öncelikle duygunun sömürülmeden işlenmesi. Bunu dram üzerinden açıklayacak olursam izleyiciyi hönküre hönküre ağlatmaktan ziyade içinde bir yerleri sızlatabilmeyi başarması benim her daim daha çok beğenimi kazanmıştır, bu kalitede işlere çok sık rastlayamıyoruz o yüzden böyle bir iş gördüğümde çok mutlu oluyorum. Önem verdiğim ikinci nokta da tabii ki tıbbi olarak yanlış bir bilgi aktarmamaya özen gösterilerek izleyicinin yanlış yönlendirilmemesi ya da sırf hikâye olsun reyting olsun diye gerçeği yansıtmayan tedavi yöntemleri uygulanmaması. Şunu kabul etmemiz gerek ki gerçekten de izlediklerinden etkilenen bir toplumda yaşıyoruz. Televizyonda izlediği hâliyle ilk yardım bildiğini söyleyerek ortaya atlayan mı ararsınız yoksa filmde izledim doktor bey varmış böyle bir tedavi, olmasa niye yazsınlar bir araştırır mısınız diye doktora hesap soran mı? Maalesef hepsi bizde mevcut. Dolayısıyla toplumun hem fiziksel hem de psikolojik sağlığı için bu konuda ekstra özen gösterilmesi, hatta bu tarz sahnelerde bir hekimden danışmanlık alınması gerektiğini düşünüyorum.

Uyarlama bir iş olduğu ve devamlı orijinaliyle karşılaştırılacağı için tüm ekibin işi çok zor. Dr. House’ı duymuş olsam da hiç izlemedim. O yüzden şurası şöyle burası böyle diyemeyeceğim. Bu tarz kıyaslamalara girmek çok da doğru gelmiyor esasında. Fikri ve ana hikâyeyi beğenmişler, kendi yorumlarını katmak isteyerek haklarını almışlar ve ortaya böyle bir iş çıkmış. Orijinalin birebir aynısını izletmek isteselerdi bence bir altyazı işi görürdü ama belli ki bize anlatmak istedikleri farklı şeyler de var. Bu yüzden her işi ayrı ayrı kendi bünyesinde değerlendirebilme yetisine sahip olmalı izleyici. Aynı noktadan yola çıkan, hatta belki yine aynı noktaya varacak olan ama farklı yollardan gitmek isteyen iki ayrı hikâye olarak düşünülebilir. İlk bölüm başlangıç noktası sayıldığı ve orijinal dizinin kitlesini de çekmeyi amaçladığı için benzerliklerin daha yoğun olması oldukça doğal. Hikâyenin zamanla kendi ruhunu bulacağını düşünüyorum.

Timuçin Esen, benim şahsen çok sevdiğim ve çok başarılı bulduğum bir oyuncu. Ateş Hekimoğlu rolüyle de çok sevdim. Yaralarından ve hayatın akışından kaçmaya çabalasa da o kutucuğa bir şekilde hapsolan adamın aynı zamanda bu kadar canlı bir karaktere sahip olması izleyiciye çok yönlü bir seyir zevki sağlıyor. Karakterin kendisiyle yüzleşeceği sahneleri Timuçin Esen yorumuyla izlemek için sabırsızlanıyorum. O hafif serseri, umursamaz tavır da tam uymuş ona. Yani bir başkası oynasaydı bu kadar sevebileceğimden emin değilim. Ayrıca insanlar etrafta koştururken oturup sakince full konsantre dizisini izleyen hâli=ben. Çok alakasız bir yerde de olsam izlemek istediğim bir şey varsa bir fırsatını bulup izliyorum ve beni de aynı öyle odağımdan kopartıp hayata geri katmaya çalışıyorlar. Toplumsal mesaj veren hasta doktor diyalogları orijinalinde de aynı şekilde miydi bilmiyorum ama sonuç olarak belki tesadüfi belki değil tam da bize uygundu. Bu tür sahnelerin dozajı abartılmadan inandırıcılık durumu sağlanırsa gerçekten etkili olabilir.

Okan Yalabık’ı televizyonda görmeyi özlemişiz. En son “Masum”da izlemiştim kendisini, ricamdır bundan sonra kendini daha fazla özletmesin. Karakterinin Ateş’le olan dostluğunu, onu hem görebilen hem destekleyen her ân her yere joker olarak yetişebilecek hâlini sevdim. Daha nice sahnelerde bekliyoruz. Ebru Özkan Saban’ın otoriter, mükemmeliyetçi diyebileceğimiz derecede kuralcı ama bir yandan da o çok kızdığı Ateş’e karşı yer yer kendini belli eden bir zaafa (Bknz: “Hatamla sev beni” sahnesi) sahip olduğunu gördüğümüz karakteri her türlü gelişime hazır görünüyor. İzleyici gözüyle ona yer yer kızsak da aslında sitemlerinde haklı olduğunu biliyoruz. Ne diyelim, zamanla birbirlerini törpüleyerek orta yolu bulabilmelerini umuyoruz. Ateş-Orhan-İpek arasında Orhan’ı üzecek cinsten hafif bir aşk üçgeni tehlikesi sezdim, spoilercıların yorum kısmından uzak durmasını rica ederek öyle bir yola girilmemesini diliyorum.
Hekimoğlu’nun ekibini de çok sevdim. Damla Colbay’ın canlandırdığı Zeynep karakteri hastaları teskin eden, sakinleştiren tavrıyla Hekimoğlu’nun iyi bir tamamlayıcısı olmuş. Aytaç Şaşmaz da çok sevdiğim bir isim, Emre karakteri de nazik, ince düşünceli ama bir o kadar da zeki tavrıyla oyuncuya çok yakışmış. Kaan Yıldırım’a önceki rollerinde bir türlü ısınamamıştım, sorun kirli sakalıymış sanırım. Yeni imajı cidden yakışmış, bambaşka biri olmuş. Oynayabileceği rol portföyünü genişleten bir hamle olmuş, yine hafif serserilikten gelme bir karakteri canlandırıyor olsa da bu kez daha elit bir karakteri oynamak için uygun.

Gelelim ilk bölüm konuğumuza... Kapanışı onunla yapmak istedim. İstanbullu Gelin'le tanıdığımız Ilgaz Kaya, Mine Öğretmen rolüne çok yakışmış. Karakterin önce ümitli sonra endişeli ama en çok da o yalnızca hastane müdavimlerinin anlayabileceği cinsten yorgunluk hissini çok güzel geçirdi bize. Benzer bir durumda ben de kalmıştım, gerçekten kendimi gördüm. Bu bir başarıdır. Bir yandan yaşamak ve tüm bunlardan kurtulmak isteyen bir yandan da artık hiçbir şey için çabalamak istemeyen bir ruh hâli. Sâfi bıkmışlık... Kullanılan kelimelere gereğinden fazla âşina ve karakterle çoğu kez birebir tepkileri vermiş olmak psikolojik olarak yordu beni hatta bir süre sonra. Emeğine sağlık... Ilgaz Kaya benim de İstanbullu Gelin'deki genç Esma rolüyle tanıyıp çok sevdiğim bir oyuncudur. Tiyatrodan yetişme olduğunu her sahnesinde belli ediyor. Rolü haddinden fazla büyütmeden küçük oynayarak aynı hissi verebilmesini buna bağlıyor ve çok başarılı buluyorum. İki tarafı da dengeleyerek çizdiği yolda adım adım ilerleyeceğine ve daha nice güzel rollerde izleyeceğimize inanıyorum. İstanbul’da yaşamadığım için onu sahnede izlemek henüz nasip olmadı ama inşallah bir gün sözümü tutacağım.
Ayrıca öğretmen olan karakterin mesleğinin kazandırdığı yetenekle Ateş'in korkularını görerek onun neden hastalarla iletişim kurmaktan kaçtığını çözmesi ve Ateş'in de aynı samimiyetle kendini ona açması sahnesini çok sevdim. Dizide Ateş'e sevgiyle yaklaşarak ona yaralarıyla yaşamayı, kendini olduğu gibi sevmeyi öğretecek; hiç olmadı daraldığı zamanlarda yanına gidip konuşarak nefes alabileceği daimi bir karakter olsa ne güzel olurdu...
Uzun lafın kısası Hekimoğlu insanı sıkmayacak, Mucize Doktor'daki hasta temelli ilerleyişten biraz daha farklı olarak ekibe yönelen bir iş olmuş. Onun kadar izlenir mi bilemem ama PR'ı iyi yapılır, ânâ hikâye ve karakterler iyi işlenirse bence gayet güzel bir iş olmuş. Emeklere sağlık... Ben izlerim. Hâlâ bakmadıysanız siz de bir şans verin bence.
Sevgiyle!