Şeref Meselesi: Kırmızı Kabloyu kim kesti?

Şeref Meselesi: Kırmızı Kabloyu kim kesti?
Bu saatten sonra devag degav, nereye kadar?
Şeref Meselesi yayına çıktığı ilk günden beri listede bocalayıp duruyor, çalkalanmadan Pazartesi sabahını gördüğü olmadı. Her şeyden önce bir dizi izleyicisi olarak hikayenin bu yalpalı, parçalı hali ile uzun zamandır meşgulüm. Büyük umutlarla ve dev tanıtım kampanyaları eşliğinde Gala yapılarak yayına çıkan Şeref Meselesi neden hak ettiği yere gelemiyor? Merak etmiyor musunuz? İki dost bir araya geldiğimizde biz misal hep bu konuyu konuşuyoruz. Tüm zamanların en suçlusu "yeni panel" ve "reyting sistemine güvenilmiyor" gerekçelerini kenara koyarak, Şeref Meselesi'nin kırmızı kablosunu kimin kestiğini bulmak istedim. İşbu yazı, derin alınganlıklar oluşturabilir, kaldıramayacaklar olanlar okumasın derim..

Nerelerde hata yapıldı? Hata elbette insana mahsus. Özellikle ayarı kaçmış Panel'e uygun iş yapmak Türkiye'deki bütün yapımcıların masa başı tez konusu olmuşken. Bütün bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesi listede ilk beş'e girmek, iki haneli share almak olan yapımcıya kenarda durup laf etmek de zor elbette. Onların bilmedikleri bir formül de söylemeyeceğim zaten. Başlıyorum. Şeref Meselesi konusunda ilk ve en büyük hata apar topar sete çıkıp diziyi ilk fırsatta yayına atarak yapıldı. Bu proje bütün şartların olgunlaşmasını beklese, ferah feza hazırlanılmış olsa ancak ve ancak Mart 2015'te yayına girmeyi hak ediyordu. O zamana kadar Kerem Bürsin dinlenmiş, yüzünü nadasa yatırmış, plastik malzemesini yenilemiş, aksanını halletmiş ve tam bir "Anadolu delikanlısı" olarak huzur içinde karşımıza dikilmiş olurdu. Ama olmadı.

Güneşi Beklerken dizisine set ziyareti yaptığımda tanıştım Kerem Bürsin ile.. Pırıl pırıl bir adamla yani.. Müthiş enerjisi ile sizi etkisi altına alması, yörüngesinde dönmenizi sağlaması beş dakika sürmez. Buna rağmen alçak gönüllü, yaptığının iş olduğunun bilincinde, çalışmaya kodlanmış, derdi oyunculuk olan genç bir oyuncu ile tanıştım anlayacağınız. Nadirdir dedim. Bu gün de aynı lafı istisnasız sarf ederim. Üzerine proje yapılacak kadar parlak ve sağlam kumaşı var. Konu kilit.

Ancak bu cümleyi sarf ederken, Güneşi Beklerken gibi "Kerem Sayer" karakterinin baskın olduğu bir diziden çıkıp, gömlek değiştirerek üç ay içinde hiç dinlenmeden, kendini deşarj etmeden yeni ve zor bir işe girsin demek istememiştim. Ne yazık ki öyle oldu. Yangından mal kaçırır gibi üç ayda yayına çıktılar. Bu seyirci az oturup, soluklanmadan peş peşe projeye girmiş, üstelik Beren Saat gibi rüştünü ispat etmiş bir oyuncusuna, Kıvanç Tatlıtuğ gibi kızların tapındığı çekicilikte bir diğer oyuncusuna geçiş bileti vermemiş, "az dur bakalım" demişken bu nasıl bir toplu özgüvendir, anlayan beri gelsin?

İkinci büyük hata ise oyuncu kadrosu kurulurken yapıldı. Yasemin Allen ve Kerem Bürsin gibi teknik olarak "soğuk cast" dediğimiz iki oyuncuyu kafa kafaya çatmak yapılacak en büyük hataydı. İki ismin yan yana anıldığını duyduğum ilk günlerde önce hikaye gereği "aşk" yaşayacaklarını değil de kanka ya da ağabey-kardeş olacaklarını zannediyordum. Daha sonra da her sorana ve her uygun ortamda şahsen de fikrimi açıkça beyan ettim. Dinleyen olmadı, elbette.. O saatten sonra bize düşen pişmiş aşa su katmak değil, beklemek, sonunu bile bile de umud ekmek oldu. Bekledik... Ektik..

İlk bölümü izlediğimde ise tepe sersemine döndüm. Bunca riskli kararı yan yana getirip bir de eldeki "eksikli" bölümle davul zurna çalarak yayına çıkmak zaten intihar denemesiydi. Bizzat kanalın CEO'su İrfan Şahin kameralara, "Galiba 35 ya da 36 kere izledim.." dediğinde biraz sektöre aşina olanlar da gerekli mesajı aldı. Meali, "Canım haftalardır dönüyoruz bağlıyoruz, çözüyoruz yine bağlıyoruz. Attık denize, yüzüp kıyıya çıkarsa ne ala" olan bu açıklamadan sonra da diziye dair korkularım tavan yaptı. Çekilenler çöpe atılıp, üzerine iki ay daha çalışılsa çok daha doğru bir karar verilmiş olabilir miydi? Kar-Zarar Defteri'ne bir de bu gözle bakmak lazım..

(Elbette yayın akışı oluşturmak, prototip kurmak, verilen sözler, akmış paralar ve aklımın ermeyeceği onlarca dinamik vardır; yayın ertelemek öyle kolay alınacak karar değil. Ve elbette gün veremediğin için Poyraz Karayel'i elde 6 bölüm (Hatta yedi mi, unuttum) stokla bekletmeye benzemez bazı kararları almak, anlayabiliyorum. Çuvaldızı kendime de batırırsam, olmuşa kenardan bakıp, benim gibi laf söylemek de işin en kolayı, onu da biliyorum. Bu parantezi at cebe..)

Hikayede bariz uyarlama hataları var (Kaldı ki aynı şirketin yine İtalya'yı sallayan bir diğer formatı da aynı kanalda denendi ve sekiz bölümde battı: Zeytin Tepesi) Tıpkı Zeytin Tepesi gibi Şeref Meselesi de "İtalyan" olmayı aşıp yerelleşemedi. Şeref Meselesi mekanları, o mekanlarda yaşayan insanları, evleri, kostümleri, aksesuarları, karakterlerin tavırları da dahil olmak üzere ilk günden itibaren minyatür Sicilya oldu. Sonradan da yerelleşmek için çok uğraştı, uğraşırken de zaman kaybetti.

İyice düşünmek lazım, İtalyan entrikasını bünyemiz kaldırmıyor belki de? Belki de uyarlarken doğru aksları seçemiyoruz ve mecburen kenara aldığımız hikayeler işin matematiğini bozuyor, olamaz mı? Bu hikaye yani Şeref Meselesi özelinde orijinal formatı izlemedim, bilmiyorum ama Zeytin Tepesi, entrikasını seks üzerinden pazarlayan bir hikaye idi. O sahneleri "yumuşatmak" ya da yok saymak hatta zaman zaman da aynen uygulamak bile dengeyi bozup, gemiyi batırmaya yetmişti.

Orijinal formattaki hızlı hikaye kurgusu Türk seyircisine doğru bir sıralama ile verilemedi. Dolayısıyla seyircinin ilk beş bölümde zaman atlamalarından başı döndü. Hikayeyi takip etmek, olanları sindirmek, inanmak mümkün olamadı. Belki de asıl verilmesi gereken doğru uyarlama kararı hikayenin zaman akışlarını yavaşlatmak olacaktı. Hani içimden, "Dayı, uyarlamayıp çeviri yaptırsaydınız acaba daha mı sağlam bir iş olurdu?" demek de geçmiyor değil... Bütün bunlar olurken D Yapım, süper bir atak yaparak yazar ekibine transferler yaptığında açıkçası çok umutandım. Şeref Meselesi, Mahinur Ergun'un kalemine çok uygun bir hikayeydi. Aslında 4-5 bölümde de hikaye kafa kaldırmaya başlamıştı.

Fakat son haftalarda önümüze atılan Hollywood B- Class Mafya Filmi kılıklı hikayeyi acı içinde izliyorum. Özellikle 16. bölümü izlerken şaşkınlığım iyice zirve yaptı. "Kalbini kullanan kızlar aklını kullanamazlar." diyen ortak akıl, bir sahne sonra öyle bir diyaloğa imza atıyor ki donup kalıyorum. Buna bölüm sayısı arttıkça gözünün feri sönen oyunculuk enerjilerini de ekle, var sen hesapla ekrandan bize geçeni.. Twitter'da her fırsatta "Kereeeeem" diye hayranlık çığlıkları atanları ve "Kerem ne yer, ne içer haber basalım çok tık alıyorcu" portallarının beyhude, samimiyetsiz gazını elimizi vicdanımıza koyarak bir kenara alırsak Kırmızı Kablo'yu kimin kestiği berrak bir şekilde ortada.

Bir Çin atasözü der ki, "Drama Tanrısı kararsızlığı ve her kafadan bir ses çıkmasını affetmez, gerisi gelir geçer.."

Böyle işte..
R.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER